EKONOMİDE ETKİNLİK
Etkinlik, hedeflere ulaşma derecesini ve istenilen etki ile gerçekleşen etki arasındaki ilişkiyi ifade etmektedir. Etkinlik üzerinde durulurken çıktılarla, sonuçlar arasında ayrım yapmak önemlidir. Sonuçları ölçmek ve değerlendirmek, girdi ve çıktıları ölçmek ve değerlendirmekten daha zordur. Performans denetimi alanında elde edilen gelişmeler sonucu, incelemesi ve ölçmesi daha kolay olan verimlilik ve tutumluluk denetiminden, etkinlik denetimine doğru bir yöneliş vardır. Etkinlik konusu politikaya çok yakın bir konu olup, denetçiler politikalarla değil, politika araçlarının seçimi ve bunların uygulanması ile ilgilenmektedirler
Verimlilik ve etkinlik, çoğu zaman aynı anlamda kullanılmakla birlikte; etkinlik, sektördeki mevcut teknoloji ile firmanın ne kadar iyi bir performansa sahip olduğunu belirtirken, verimlilik ise kullanılan teknolojinin zaman içindeki değişimini göstermektedir.
Ekonomik etkinlik, kaynakların veya malların bir kısmının yeniden dağılımı ile kendi değer yargıları içerisinde diğer kişileri daha kötü konuma getirmeden, insanların bir kısmını veya tamamını, yine kendi değer yargıları içerisinde, daha iyi konuma getirme imkânının olmadığı bir durum olarak tanımlanmaktadır. İktisatçılar, etkinlik kavramını kullandıkları zaman genellikle Pareto etkinliğini düşünmektedirler. Yani, üretim faktörlerinin mallar arasındaki yeni bir dağılımı ve malların tüketiciler arasındaki yeni bir bölüşümü, bireylerin bir kısmını daha kötü duruma getirmiyor ise, ekonomik etkinlik veya Pareto optimumu sağlanmış olmaktadır. Herhangi bir değişim, kişilerin bir kısmının refahını, diğerlerinin refahını azaltmadan, artırırsa toplumun refahı da artar ve böylece toplum ekonomik etkinliğe ulaşmış olur. Toplum ekonomik etkinliğe veya Pareto optimumuna eriştiğinde değişim ve üretimdeki hiçbir yeni düzenleme bir kimseyi, diğerini daha kötü konuma getirmeden, daha iyi duruma getirmemektedir.
Farrell, 1957 yılında etkinlik için makro bir yaklaşım yerine etkinlik ve verimliliği mikro düzeyde değerlendiren yeni bir tanım sunmuştur. Etkinlik ölçümü için ekonomik anlamda ortalama performans değerlerine dayanan regresyon doğrusu yerine parçalı doğrusal bir üretim sınırının belirlenmesi gerektiğini savunmuştur. Etkinlik ölçütünün etkinsiz gözlemlerden üretim sınırına doğru yayılan ışınlar şeklinde daralma ya da genişlemeler üzerine kurulduğunu, üretim sınırının verilerin en kötümser parçalı doğrusal zarflaması ile belirleneceğini ve bu sınırın da iki duruma indirgenmiş (eğimin pozitif olmaması ve sınır ile orjin arasında hiçbir gözlemin yer almaması) bir doğrusal eşitlikle çözülebileceği yönündeki görüşleri klâsik etkinlik ve verimlilik yaklaşımlarından kopuşa neden olmuştur.
Farrell, karar verme birimlerinin genel etkinliğinin iki bileşenin çarpımına eşit olduğunu ileri sürmektedir. Yani,
Ekonomik Etkinlik = Teknik Etkinlik x Tahsis Etkinliği’dir.
Teknik Etkinlik, Tahsis Etkinliği ve Ölçek Etkinliği
Ekonomik karar alma birimleri olan firmaların amaçlarına en düşük maliyetle gerçekleştirmeleri rasyonellik ilkesinin bir gereğidir. Firmaların genel ekonomik başarısını ölçmek için birbirleriyle ilişkili bir dizi etkinlik kavramı geliştirilmiştir. Bir firmanın minimum maliyet düzeyinde üretim yapmadaki başarısına maliyet etkinliği adı verilmektedir. Farrell maliyet etkinliğini ya da ekonomik etkinliği, teknik etkinlik ve tahsis etkinliği olmak üzere ikiye ayırmıştır.
EKONOMİDE ADALET:
Adalet kavramının nasıl tanımlandığı ve bağlı olarak piyasa ekonomisinin işleyişi sürecinde ortaya çıkan gelir dağılımının a – gelir dağılımı olup olmadığı konusu, refah ekonomisinin konuları arasındadır. Sosyal ekonomik etki kavramı üzerindeki görüşleri, başlıca iki temel yaklaşım etrafında toplayabiliriz. Ayrımlardan bir tanesi, bir ekonominin ortaya çıkardığı sonuçların adil olmasını teme Buna göre, adalet kavramı iki biçimde tanımlanabilir. Birincisi, eşitlikçi görüştür; göre, kaynakların uçlarda değil, ortalama bir dağılım içinde olması gerektiği düşün İkinci görüşte ise adalet, eşitlikten ziyade hakkaniyet kavramını ön plana çıkartır. Yaklaşımda herkesin hak ettiği geliri elde etmesi ile mümkündür. Buna göre, işverenin az kazandığı, çok çalışanın çok kazandığı bir gelir dağıtım mekanizması adildir.
İkinci temel yaklaşım ise adaleti fırsat e ile tanımlayan yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre, bir ekonomide nihai aşamada gelir dağılımının nasıl dağıldığı önemli değildir. Önemli olan bütün bireylerin gelir elde etmek için eşit fırsatlara sahip olmalarıdır. Bu yaklaşıma göre, eğer fırsat eşitliği sağlanıyorsa, ortaya çıkan gelir dağılımı adil (eşitlikçi olmasa bile) olarak kabul edilir.
PİYASA EKONOMİSİNİN İŞLEYİŞ MODELİ VE TOPLUMSAL REFAHIN EN ÇOKLAŞTIRILMASI
Neo-klasik ekonomi teorisi kapsamında, rekabetçi piyasaların nasıl çalıştığını ve bunun toplumsal refaha ilişkin sonuçlarının neler olabileceğini saptamaktır.
Rekabetçi Dengenin Sağlanması
Neo-klasik ekonomi teorisi, tam rekabet koşulları ve ekonomik adam modeline dayalı olarak rekabetçi dengenin nasıl oluştuğunu incelemiştir. Ekonomik adam modeline göre birey rasyoneldir ve yaptığı seçişlerde kendi çıkarını (tüketici ise fayda, üretici ise kar) en çoklaştırma dürtüsü ile davranır. Tam rekabetçi denge modelinde, piyasalarda tam rekabet koşulları egemendir ve tüm tüketici ve üreticiler ekonomik adam modeline göre davranırlar. Bunun sonucunda oluşan tüketici ve üretici dengeleri bütün piyasaların dengeye gelmesini sağlar. Tüketici dengesi, tüketici bütçe kısıtı altında kendisine en yüksek faydayı sağlayacak olan mal bileşimini seçtiğinde gerçekleşir. Üretici dengesi ise, üreticinin, iki üretim faktörü arasında, bu üretim faktörlerinin maliyet kısıtı altında, maksimum üretimi sağlayan faktör bileşimini seçmesi ile gerçekleşir. Tam rekabetçi denge modelinde, tüketiciler, fayda maksimizasyonu yaptıkları mal/hizmet bileşimi ile, üreticilerin maliyet minimizasyonu yaptığı üretim miktarları eşit değilse, yani herhangi bir nedenle arz fazlası veya talep fazlası varsa, fiyatlar aşağıya veya yukarıya doğru hareket ederek dengeyi sağlarlar. Kısaca, fiyat mekanizması, bu miktarların denge üretim miktarları olmasını yani arz ve talebin eşitlenmesini sağlamayı amaçlamaktadır.
Pareto Optimallik Kriterleri
Piyasa mekanizmasının işleyişi sonucunda ortaya çıkan kaynak dağılımının etkin olup olmadığına ilişkin temel kriter, Pareto optimallik kriteridir. Buna göre, eğer, kaynakları yeniden dağıtarak, hiç kimsenin refahını azaltmadan en az bir bireyin refahını artırmak mümkün değil ise, kaynak dağılımı Pareto optimaldir. 0 halde, Pareto optimallik noktalarına varılması aşamasına kadar yapılan her iyileştirme Pareto iyileştirme olacaktır. Örneğin, bir ülkede yeni maden kaynaklarını harekete geçirerek daha fazla metal boru Üretilebiliyor ise bu bir Pareto iyileştirmedir. Ancak, artık, mevcut kaynaklar ile daha fazla metal boru üretmek için, örneğin, otomobil üretiminden vazgeçmek gerekiyor ise (diğer her şey sabit iken) Pareto optimum bir duruma varılmış olduğunu söyleyebiliriz. Pareto optimallik koşulları değişimde etkinlik üretimde etkinlik ve ürün karması olmak üzere üç düzeyde incelenmektedir.
PİYASA EKONOMİSİNİN İŞLEYİŞ MODELi VE TOPLUMSAL REFAHIN EN ÇOKLAŞTIRILMASI
Tam rekabet koşulları altında varılan her rekabetçi denge aynı zamanda bir Pareto optimallik noktası olması, refah ekonomisinin birinci temel teoremi olarak adlandırılır. Ekonomide, Pareto etkin olmayan bir noktadan Pareto etkin bir noktaya hareket ederken, yani bir Pareto iyileştirme yaparken, bu iyileştirme gerçek Pareto veya potansiyel Pareto iyileştirme şeklinde olabilir. Gerçek Pareto iyileştirmenin anlamı, Pareto optimal bir dağılıma, hiç kimsenin refahını azaltmadan ulaşmaktır. Potansiyel Pareto iyileştirmede ise, Pareto etkin olmayan bir noktadan Pareto etkin bir noktaya bir bireyin refahını azaltmak pahasına ulaşılır.
SOSYAL REFAH FONKSİYONLARI
Pareto optimallik koşulları, bir ekonomide kaynakların en verimli oldukları alanlarda kullanılmaları gerektiğini gösterir. Ancak, bunun sonucunda ortaya çıkacak olan gelir dağılımının adil olup olmayacağı konusunda herhangi bir ipucu vermez. Piyasa mekanizmasının işleyişi sonucunda, bazı bireyler veya gruplar daha zengin, bazıları daha fakir kalabilmektedirler.
Neoklasik ekonomi teorisi ve günümüzde bu teoriye dayanan liberal ekonomi anlayışı, devletin gelir dağılımını düzeltmek için fiyatlara (gerek malların gerekse üretim faktörlerinin) müdahale etmesine kesinlikle karşıdır. Gelir dağılımının adil olmayan sonuçlar verdiği bir piyasa işleyişinde devletin müdahale biçimi nasıl olmalıdır?
İşte bu noktada, şu sorular ortaya çıkmaktadır: “Toplum tarafından istenen gelir dağılımı nasıl bir gelir dağılımı olmalıdır?” veya “Bir gelir dağılımının adil olup olmadığına hangi kriterlere göre karar verilmelidir?” Bu sorulara verilen cevaplar bizi sosyal refah fonksiyonu kavramına götürmektedir. Bu çerçevede başlıca iki tür sosyal refah fonksiyonu tanımlanmaktadır.
Faydacı Sosyal Refah Fonksiyonu
19.Yüzyıl filozoflarından Jeremy Bentham (1744- 1832), refah ekonomisinin felsefi temelini
oluşturan faydacı felsefenin kurucusudur. Faydacı felsefe, üç temel ilkeye dayanır. Birinci ilkeye göre, toplumun bir sosyal durumdan birdiğer sosyal duruma geçmesinin iyi ya da kötü olarak değerlendirilmesi bu durumun bireylere sağladığı refah ile ölçülür. Ikinci ilkeye göre, sonuç önemlidir; herhangi bir sosyal durum yarattığı sonuç ile değerlendirilir. Eğer sonuçta toplam refah artıyorsa o durum iyi kabul edilir. Üçüncü ilkeye göre ise, toplumun refahı tek tek bireylerin faydalarının toplamına eşittir. Herhangi bir politika sonucunda, bazı bireylerin faydası azalmış olsa dahi, toplam fayda artıyor ise bu durum, toplum tarafından kabul edilebilir bir politika olmalıdır. Bu son ilke klasik faydacı görüşün en temel ilkesidir. Faydaların toplanması, faydaların ölçülebilir ve karşılaştırılabilir olduğu kabulüne dayanmaktadır ki refah ekonomisi 1930’lu yıllara kadar bu ilkeyi kabul etmiştir.
Daha sonraları, yeni refah ekonomisi içinde faydaların ölçülebilir ve karşılaştırılabilir değil, sıralanabilir olduğu görüşü giderek daha fazla kabul görmeye başlamıştır. Sosyal refah fonksiyonları da, bireylerin faydalarını gösteren kayıtsızlık eğrileri gibi, toplumun farklı sosyal durumlar arasındaki tercihlerini gösteren sosyal kayıtsızlık eğrileridir.
Sosyal refah fonksiyonu, birinci bireyin faydası ile ikinci bireyin faydası arasında kayıtsız olduğu noktaları gösteren bir refah fonksiyonudur. Bu tür klasik sosyal refah fonksiyonu, Bergson-Samuelson soysal refah fonksiyonu olarak anılır. Bergson Samuelson sosyal refah fonksiyonunun Bentham tipi sosyal refah fonksiyonundan tek farkı, sosyal refahın bireylerin faydalarının toplanması ile değil, toplumun tercih sıralanması ile bulunmasıdır.
Rawls’çu Sosyal Refah Fonksiyonu
Bir filozof ve hukukçu olan John Rawls (1921- 2002), ekonomistlerin ve maliyecilerın uzun zamandır arayış içinde oldukları bir adalet kıstasına cevap getirmiştir. Bir sosyal politika değişikliği, toplumda bazı bireylerin refahını artırırken bazılarınınkini azaltıyorsa, bunun adil olup olmadığına nasıl karar verilecektir? Rawls’a göre, bir politika, toplumda en kötü durumdaki bireylerin refahını artırıyor ise bu kabul edilebilir bir politikadır. Bu sonuç, Rawls’un kendi adalet teorisi içinde belirli varsayımlardan yola çıkarak ulaştığı bir ilkedir (farklılık ilkesi).
Toplumda A bireyinin refahı 200, B bireyinin refahı 400 birim olsun. Uygulanan sosyal veya ekonomik bir politika sonucunda A, 250 birim faydaya ulaşırken, B, 300 birim fayda düzeyine iniyor ise, bu durum Bentham’cı sosyal refah fonksiyonuna göre kabul edilemez, Rawls’çu sosyal refah fonksiyonuna göre ise kabul edilebilir bir durumdur
SONUÇ
Ekonomide etkinlik ve adalet kavramları her zaman tartışma konusu olmuştur. Ekonomide adalet; gelir unsurunun bireylere adil bir şekilde dağılımını ele alırken; ekonomide etkinlik ise ; var olan kaynakların en verimli şekilde kullanılmasını amaçlar. Ekonomide özellikle adalet ve etkinlik kavramının en çok çatıştığı noktalardan birisi de Pareto Optimali konusudur.
Pareto Optimali gereği hiç kimsenin refahını azaltmadan diğer bireylerin refahını artırmak mümkün değildir. Eğer bir kimsenin refahını hiç azaltmadan diğer bir kimsenin refahını artırabiliyorsak bu Pareto İyileştirmedir. Ekonomide adaleti sağlamak istiyorsak gelir vergilerinin adaletli bir şekilde artan oranlı şekilde uygulamamız gerekmektedir. Herkesin gelir düzeyine göre artan bir şekilde vergi oranı alırsak ekonomide adalet kavramını sağlayabiliriz. Ekonomi de etkinliği sağlamak içinse işverenlerin istihdam kapasitesini ve üretime katkı düzeyini göz önüne alarak vergilendirme uygulamak gerekmektedir.
Eğer bir işveren yıl içerisinde hem istihdamını artırmış hem de ülke üretimine ciddi bir anlamda katkı sağlamışsa o işvereni ödüllendirmek için vergi oranlarında indirim ve ya çeşitli teşvik politikalarına gidilebilir. Ancak bir işveren hem önceki yıllara göre istihdamını düşürmüş hem de kar marjını yükseltmişse o işverene ceza olarak daha fazla artan oranlı vergi uygulaması ekonomide etkinliği artıracaktır.
Kısaca özetlemek gerekirse ekonomide etkinliği ve ekonomide adaleti sağlamak için ortak nokta ülkenin uygulayacağı vergi ve teşvik politikalarıdır. İşveren ülke ekonomisine ciddi bir katkı sağlayıp, istihdama da katkı sağlıyorsa ödüllendirilip daha az vergi ödemeli ve de o işvereni daha fazla üretim yapması için teşvik edilmelidir. Ancak bir işverenin ekonomiye katkısı önceki yıllara göre azalmışsa o işveren daha fazla vergi ödemeli ve avantajlı sunulan teşvikler geri çekilmelidir.
Bireysel anlamda ise vergisini düzenli ödeyen vatandaş veya kurumlar ödüllendirilip, o vatandaş ve o kurumdan daha az vergi alınmalı; vergisini kaçıran bireylerden ve ya vergisini kaçıran kurumlar ise cezalandırılıp daha fazla vergi ödemelidir. Vergi afları da kesinlikle kaldırılmalıdır. Böylece biraz olsun ekonomide adalet ve etkinlik bir arada sağlanmış olacaktır.
Son olarak; ekonomide etkinlik ve ekonomi de adalet isteniyorsa, gelir adaletini sağlayacak ve servetleri göz önünde bulunduran artan oranlı, gelir bazını iyi ölçümleyen servet beyanını esas alan bir gelir vergisi modeli oluşturmanın yanı sıra dolaylı vergi düzenlemelerini de doğru yaparak mükelleflerin devlete güvenini artırıcı (kaygan zemin teorisi gereği) vergi sistemlerinin oluşturulması hedeflenmelidir.
*KAYGAN ZEMİN TEORİSİ: İdarenin gücünün ve idareye duyulan güvenin; mükelleflerin vergiye karşı algı, tutum ve davranışları üzerindeki etkisi Kirchler, Hoelzl ve Wahl (2008) tarafından kaygan zemin yaklaşımı çerçevesinde incelenmiştir. Kirchler, Hoelzl ve Wahl’a göre vergi idaresinin tutumu mükelleflerin vergi ödeme kararları üzerinde kişisel ve sosyal faktörlere nispetle daha etkilidir. Vergi idaresine duyulan güven ve idarenin gücü arasındaki denge vergi uyum düzeyinin temel belirleyicisi olmaktadır.
KAYNAKÇA
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1175318
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1349980
https://ekodialog.com/Konular/ekonomide-etkinlik-nedir.html
MÜCTEBA ONURHAN ÖZMUMCU
EKONOMİST