Tarih boyunca insanlar emeklerini değerlendirerek hayatlarını kazanmaya çalışmış ve her dönemde emek üretime bağlı olarak farklı yöntemler ile değerlendirilmiştir. Özellikle sanayi devrimi sonrası oluşan üretim yapısında insanların artan bir ivmeyle çoğunluğu emeklerini satmış/kiraya vermiş ve elde ettikleri gelirin adı ücret olmuştur. Gelişmiş toplumların büyük çoğunluğunu ücretlilerin oluşturması sebebiyle; onlar ile ilgili yapılacak çalışmaların, ortaya konulacak politikaların hem ekonomik hem de sosyal tesirleri fazla olacaktır. Ücretler işverenler açısından mal ve hizmet üretiminde bir maliyet unsuru olarak görülmekteyken; tek gelir kaynağı ücretler olan sabit gelirliler için ise hayatlarını idame ettirecekleri bir kaynaktır. Enflasyon ile ücret ilişkisi makroekonomik dinamikler açısından son derece ehemmiyetli olduğu için üzerinde birçok çalışma yapılmıştır. Özellikle ücret ve fiyatlardaki artışların birbirini takip etmesi anlamına gelen ücret-fiyat sarmalının varlığı da bu çalışmalara konu olmuştur. Ücretlilerin satın alma güçlerini göstermesi bakımından reel ücretlerinin incelenmesi, enflasyonun makroekonomik diğer etkilerinin yanında işçilerin hayatlarını idame ettirdikleri çoğunlukla tek gelir kaynaklarının durumunun görülmesi açısından bu ilişki incelenmektedir. Devlet açısından konun ehemmiyeti ödenen ücretlerin toplamının emek sahiplerinin milli gelir içindeki payını ve toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan kesimin ekonomik durumunu göstermesidir. Enflasyonun çok dinamik bir yapıya sahip olması, birçok değişkenden etkilenmeye açık yapıya sahip olması ve ücretlerin enflasyona çok hızlı adapte olamayışı bu alanda yapılacak çalışmaları güçleştirmektedir. Bunun yanında ücret ve enflasyon değişimlerinin hem beklenen hem de gerçekleşen enflasyondan etkilenme potansiyeline binaen ortaya çıkan eşzamanlılık, bu iki değişken arasındaki nedensellik ilişkisinin tahminini zorlaştırmaktadır. Bu minvalde yapılan bu çalışmada öncelikle genel ekonomik literatür ve akabinde tablo yardımıyla bu ilişkiyi inceleyen çalışmalar verilecektir.
LİTERATÜR
Enflasyon ile ilgili birçok tanımlama yapılmakta olup çoğunluğun ittifak ettiği tanıma göre fiyatlar genel seviyesinin devamlı olarak yükselmesidir. Türkiye’de 1980 yılından itibaren, enflasyonu düşürmek, dış açıkları kapatmak ve ekonomiyi yeniden işler hale getirmek için, ekonomik istikrar programı uygulanmıştır. Bu program çerçevesinde fiyatların idari kararlarla belirlenmesi politikasından vazgeçilmiş, temel mal ve hizmetlerin kapsamları daraltılmış, bu kapsamların dışında kalan ürünlerin fiyatlarının serbestçe belirlenmesi ilkesi getirilmiş, piyasalarda çift fiyat oluşmasının önüne geçilmiştir. Ekonominin ihtiyaç duyduğu ithalatın yapılabilmesi neticesinde mal kıtlıkları bertaraf edilmiştir. (Aydoğan, 2004, s. 93.)
Türkiye özelinde bakıldığında, ücret ve gelir dağılımında önemli bir yere sahip olan asgari ücret ile enflasyon arasındaki ilişkinin nitelik ve niceliğinin ortaya konulması, gerek enflasyon dinamiklerinin daha iyi anlaşılması gerekse asgari ücretin arttığı dönemlerde para politikasının seyri ve iletişimi bakımından potansiyel öneme sahiptir. Zira asgari ücret yaygınlığının yanında ekonominin genelindeki ücretlere referans teşkil etmesi açısından işletmelerin işgücü maliyetlerinin seyrine ışık tutabilecek yapıya sahiptir. (Başkaya ve Özmen, 2013, s. 2.)
Enflasyon ile ücret arasındaki ilişkinin ekonomi için son derece önemli olmasından dolayı geçmişten günümüze bu ilişkinin seyri incelenmiştir. Uygulanan politikalar neticesinde fiyatlarla ücretlerin birbirini izlemesinin önüne geçilmeye çalışılmıştır. Ücret fiyat spirali olarak da adlandırılan bu ilişki, ücret ve fiyat ayarlama kuralları neticesinde toplam talep şoklarının ekonominin reel değişkenleri üzerinde etki edip etmediği tartışılmıştır. Ücret fiyat sarmalının nihai kertesinde nominal ücretlerde meydana gelen artışların fiyatlarda artışa, fiyatlarda meydana gelen artışın da tekrardan ücretlerde artışa sebep olarak sarmal oluşturduğu düşünülmektedir. Bu fiyat ve ücret artışları ekonomi tekrar durağan hale gelene kadar devam etmektedir. (Blanchard, 1986)
Makro ekonomik dinamikleri temelinden etkileyen ücret fiyat spiraline göre, herhangi bir genişletici toplam talep politikası karşısında işletmeler ürünlerinin fiyatlarını korumak isteyecekleri gibi fiyatları artırmayı da tercih ederler. Bunun gibi işçiler de aynı durumla karşılaştıklarında reel ücretlerini muhafaza etmenin yanı sıra artırma çabasına da gireceklerdir. (Abdioğlu, 2014: s. 246.)
Şayet talepteki artışlar üretimde sağlanacak artışlar ile karşılanabilirse enflasyonist etki yapmayacaktır. Bununla beraber kamu kesiminde harcamalar ve yatırımlar azaltılarak, kamu açıkları da düşürülecek ve bu cepheden gelebilecek olan enflasyonist baskı da azaltılmış olacaktır. Nominal ayarlamaların işgücü ve mal piyasalarının geneline yayılma etkisi literatürde ücret-fiyat sarmalı olarak nitelendirilmektedir. Ücret-fiyat sarmalı teoremine göre, toplam talepteki bir artış firmaları daha yüksek fiyat istemeye, işçileri de daha yüksek bir ücret istemeye sevk ederek Adaptif Beklentiler Teorisi (Cagan, 1956) çerçevesinde kararlar alması ücret-fiyat döngüsünün oluşmasına neden olur ve bu döngü sonunda istihdam ve ücretin artması beklenir. Bu durum sadece talep enflasyonu reel para arzını etkili bir biçimde azalttığında son bulması ve ekonominin tam istihdam denge seviyesine dönmesi beklenir. Ücret fiyat mekanizmasının ortaya çıkmasının bunun dışında bir yolu daha vardır. Olumsuz arz şokları ile karşılaşıldığında işçilerin daha yüksek reel ücret talep etmeleri, firmaların daha fazla kâr marjı elde etmek istemeleri veya şok öncesindeki fiyat ve ücret düzeylerini korumak istemeleri maliyet enflasyonuna sebep olurken; enflasyonun reel para arzı üzerindeki etkisi ekonomik durgunluğa sebep olur. (Abdioğlu, 2013, s. 46.).
Liberal iktisat teoremine göre nominal ücretler uzun dönemde fiyatlar genel düzeyindeki artış nispetinde yükselmelidir. Kısa dönemde ise bu ilişkide çeşitli sapmalar meydana gelebilmektedir. Hiç şüphesiz nominal ücretlerin artışında enflasyonist baskıların haricinde etki eden faktörler de bulunmaktadır. İşgücü verimliliğinden kaynaklı ve/veya sektörlerin kendine has karakteristiklerinin etkisi ile çeşitli ücret artış oranlarının görülmesi, yine farklı sektörlerdeki işgücü verimliliğinin de farklılık arz etmesi de nominal ücret artışlarına etki etmektedir. Bunların yanında verimlilik artışıyla bağlantılı olmayan yüksek seviyede nominal ücret artışları görülebilmektedir. (Rissman, 1995, s. 17; Abdioğlu, 2013, s. 47.)
Literatürde ücret enflasyon ilişkisini inceleyen birtakım çalışmalar bulunmaktadır. Çalışmaların büyük çoğunluğu ekonomi genel düzeyi, fiyatlar genel seviyesi ile ücretler arasındaki nedensellik ilişkisini ve bu ilişkinin yönünü ortaya koymaya çalışmışlardır. Bunun yanında çalışmaların yine büyük çoğunluğunda enflasyonla beraber verimliliğin ücretler üzerindeki etkisi incelenmeye çalışılmıştır.
Yapılan literatür incelemesiyle ücretler ile enflasyon arasındaki karşılıklı ilişkinin genelde pozitif yönlü olduğu, nominal ücretlerin önceki yıllarda gerçekleşmiş olan enflasyon oranı hesaba katılmak suretiyle belirlendiği görülmektedir. Yerli literatürde Türkiye’de enflasyon ve ücretler arasındaki ilişkiyi incelemeye yönelik yapılan çalışmaların çoğunda arada çok kuvvetli bir ilişki olduğu, birçok çalışmada çift yönlü nedenselliğin olduğu ve ücret fiyat sarmalının mevcut olduğu bulunmuştur. Aynı zamanda yabancı literatürde yapılan çalışmaların da büyük çoğunluğu ücretler ile enflasyon arasında bir ilişkinin mevcut olduğunu belirtmektedir. Enflasyonun ücretler üzerinde hem pozitif hem de negatif olmak üzere iki yönlü etkisi olduğu kanısına varılmıştır. Böylelikle etkinin yönü ve şiddeti noktasında elde edilen bulgular farklılık arz etmektedir. Bir diğer dikkat çeken önemli sonuç nedensellik analizlerinden tespit edilen ya tek ya da çift yönlü ilişkilerdir. Bazı dönemlerde nedenselliğin yönünün ücretlerden enflasyona doğru olduğu belirtilmiştir. Beklenen enflasyon ile gerçekleşen cari enflasyon arasında büyük farklar meydana gelmiş ise bir sonraki dönem ücretler üzerinde negatif veya pozitif bir baskının işçi-işveren tarafından uygulandığı ifade edilmektedir. Burada önemli olan nominal ücretlerde meydana gelen yükselmelerin fiyatlarda artışlara, fiyatlarda meydana gelen yükselmelerin de tekrardan ücretlerde artışlara sebep olarak ücret fiyat sarmalına yol açması olarak belirtilmektedir. (Sunal ve Alp, 2015, s. 111-113.)
Yapılan nedensellik analizi sonucunda çift yönlü ilişkinin ortaya çıkması ve ortalama artışların birbirlerine yakın olması asgari ücretlerin enflasyon kriteri göz önünde bulundurularak tespit edildiği neticesini ortaya çıkarmaktadır. (Girginer & Yenilmez, 2005, s. 114.) Asgari ücretlerdeki artış oranı belirlenirken geçmiş yıllardaki enflasyon oranlarının dikkate alınması, yani iktisadi aktörlerin 1956 yılında Amerikalı iktisatçı Phillip D. Cagan tarafından geliştirilen Adaptif Beklentiler Teorisi (Cagan, 1956) çerçevesinde kararlar alması neticesinde reel ücretlerde artışlar gözlenmiştir. Kriz dönemlerini müteakiben düşme trendinde olan reel asgari ücretlerin telafi edilmesi yönünde artırılmış olduğu görülmektedir. Özellikle 2004 yılı sonrasında enflasyon oranlarının tek hanelere inmiş olması enflasyon beklentisinin öngörülebilir olmasını sağlamış, bu da 2004 sonrası parasal asgari ücretlerin ortalama olarak %8-9 bandında artış trendinde olmasına yol açmıştır.
Türkiye’de özellikle pandemi döneminden sonra 2022 yılından itibaren, asgari ücretten gelir vergisi kaldırılmış ; 2022-2023 yıllarında yüksek enflasyondan dolayı 6 aylık dönemsel bazlarda asgari ücret artışları yapılmıştır. Ancak yapılan zamlar yüksek enflasyonun altında kalmıştır.
SONUÇ
Asgari ücret en düşük kazanç elde eden toplumsal sınıfların geçim standartlarını temsil ettiğinden gelir dağılımı açısından önemli politika araçlarından biridir. İşverene maliyet unsuru olduğu da dikkate alındığından çeşitli dengeler gözetilerek hazırlanmaktadır
Asgari ücretlilerin tasarruftan daha çok tüketime yöneldikleri için sosyal adalet gözetimi çok önemlidir.
Özellikle pandemi döneminden itibaren yapılan artışlar (özellikle 2022-2023 yıllarında yapılan çift asgari ücret artışları) mevcut enflasyonun altında kalmıştır. Bu durum da sosyal adalet açısından olumsuz bir duruma neden olmuştur.
İşletmeler, verdikleri ücretler ve verdikleri asgari ücretin maliyetini, ürettikleri katma değerli ürünlerin fiyatlarını artırarak çıkarmaya çalıştıkları için ücret-fiyat sarmalını ortaya çıkarmaktadırlar. Ücret fiyat sarmalının görülüyor olması, reel ücretlerin süreç içinde iyileşmesi ile ters orantılı bir husus sonucunu çıkarmaktadır.
Ücretlerin artırılmasının fiyat artışına yol açmasıysa, çalışanların daha iyi bir yaşam seviyesine ulaşma çabalarına ters düşmektedir. Bu karşıtlığın ortadan kaldırılabilmesi için, ekonominin genel konjonktürüne ve ödeme gücüne uygun ücret politikalarının uygulanması gerekir. Sosyal adaletin sağlanabilmesi için ülkedeki gelirlerin ve kaynakların daha adil dağıtılması, aşırı dengesizliklerin törpülenmesi gerekmektedir.
Ekonomik adaletin (sosyal adaletin) sağlanabilmesi için, Firmaların maliyetlerini düşürmek için ve asgari ücretin en azından daha fazla insanlara katkı sunabilmesi için devletlerin gerekli teşvik ve sübvansiyonları yapması da hem işverenler açısından hem çalışanlar açısından hem de maliyet enflasyonun önüne geçilmesi için gereklidir. Çünkü bu durumda yapılacak olan bir nevi vergi harcaması gibi uygulamalar bulunsa da uzun vade de hem işsizlik hem de olası yüksek maliyet enflasyonu riskinin önüne geçecektir.
Firmalar tarafından asgari ücret maliyetine daha az yansıtması ve bu sürecin gerçekleşebilmesi için ise işletmelerin katma değeri yüksek ürünler üretip birim maliyetini düşürmesi sayesinde ve bu ürünlerin yüksek bedellerle ihraç edilmesi önemini göstermektedir.
Her ne kadar 2022 yılından itibaren asgari ücretten gelir vergisi alınmamaya başlanılmış olsa da (asgari ücretten yüksek ücretlerde de asgari ücret tutarı kadar gelir gelir vergisinden istisna edilmiştir) ücret maliyetleri işveren açısından ciddi bir maliyet yüküdür.
Çıkarılacak sonuç özellikle son dönemler de yapılan asgari ücret artışları mevcut enflasyonun altında olmuş olmasına rağmen asgari ücretin içindeki maliyetler yüksek olmasından dolayı işveren açısından yüksek maliyet riski; işçiler açısından da sosyal adalet sorunu barındırmaktadır. Bu durum da eğer devlet yukarıdaki sayılan müdahaleleri yapmazsa dolaylı yoldan stagflasyon riski ile karşı karşıya kalınacaktır. Bu sonuçta sosyal adaletsizliğe, gelir çarpışıklığına neden olacaktır.
KAYNAKÇA
– https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/01/20220127-5.pdf
MÜCTEBA ONURHAN ÖZMUMCU
EKONOMİST