Makro İktisat

MALİYE POLİTİKASI VE PARA POLİTİKASI KARŞILAŞTIRMASI

MÜCTEBA ONURHAN ÖZMUMCU

ABSTRACT

In this study, I made an effort to provide information about which policy is used where by comparing fiscal policy and monetary policy.

MALİYE POLİTİKASI

Tanım olarak maliye politikası; ekonomik dengeyi sağlamak veya oluşan dengesizlikleri gidermek için mali araçların bir hedef doğrultusunda kullanılmasıdır. Belirlenen amaçlara eldeki mali araçlarla ulaşmayı anlatan maliye politikası, kullanılacak araçların özellikleri konusunda yer ve zaman faktörleri ile ekonomik ve sosyal bünyeleri de dikkate alır.

Maliye politikası mal piyasasına etki ederken, para politikası varlık piyasasını etkilemektedir. Bu şekilde her iki politikayla da ekonomik istikrar sağlanabilmektedir. Bu uzun yıllar boyunca tartışılan bir konu olmasına karşın, son yıllarda para politikasının daha anlaşılır olduğu üzerine yorumlar yapılmaktadır.

Hangi politikanın daha etkin olduğu konusunda iktisatçılar da farklı görüşleri benimsemişlerdir. Neoklasikçiler para politikasının, Keynesyenciler ise maliye politikasının daha etkin olduğunu savunmaktadır. Temelde ise her iki politikanın birbirini tamamlayıcı etkisi bulunmaktadır.

Devletin ekonomiye müdahalede bulunması anlayışı, 1929 Büyük Bunalımı’nın etkisiyle sistemli bir şekilde teorik olarak ortaya konmuş ve 1930’lu yıllarda John Maynard Keynes öncülüğünde gerçekleşmiştir.

MALİYE POLİTİKASI ARAÇLARI

Maliye politikası amaçlarına ulaşabilmek için kamu harcamaları, kamu gelirleri, borçlanma ve bütçe politikası ile ekonomiye yapılan müdahaleler maliye politikasının konusudur. Maliye politikasının başarılı olabilmesi için aşağıdaki politikaların ahenkli bir biçimde yürütülmesi gerekir;

•        Gelirler politikası; Devletin ücret ve fiyatların oluşum sürecine doğrudan müdahale ettiği politikalardır.

•        Dış ticaret politikası; ticari dengeyi sağlamak amacıyla izlenen politikalarıdır.

•        Para politikası; fiyat istikrarını sağlamak amacıyla izlenen politikalardır.

ARAÇLARI:

•        Kamu harcamaları

•        Kamu gelirleri

•        Bütçe açık fazlası

•        Borçlanma

•        Vergi politikası, ekonominin gidişatına göre vergilerin azaltılması veya artırılması şeklinde uygulanmaktadır. Her iki şekilde de vergi oranları değiştirilebildiği gibi kapsama alanı da değiştirilebilir. Vergi oranlarının artırılması ile kişi ve kurumlar için daha az harcanabilir gelir söz konusu olacaktır. Bu durumda ekonomi soğutulacak ve toplam talep kontrol altına alınmış olunacaktır. Tersi yapıldığında ise toplam talep artırılarak ekonomik canlanma sağlanacaktır.

•        Kamu geliri, devletin cebri olan veya olmayan yollarla karşılıklı ya da karşılıksız elde ettiği parasal değerler olarak tanımlanmaktadır. Bunların başında da vergiler gelmektedir. Maliye politikası ile vergi oranları, miktarları ve vergi türlerindeki dağılım değiştirilebildiği gibi yeni vergi türleri de uygulanabilir.

•        Enflasyonla mücadele kapsamında daraltıcı maliye politikası uygulanırken, vergilerin miktarının artırıldığı anlaşılmaktadır. Aynı zamanda bazı vergilerin toplam vergi gelirleri içindeki payı artmış veya yeni vergiler uygulamaya konmuş da olabilir. Bunlar maliye politikasının aracı olarak kabul edilmektedir.

•        Harcama politikasında ise kamu harcamalarının artırılıp azaltılması durumunda ekonomi üzerinde yaşanacak değişimler izlenecektir. Kamu harcamalarının artırılmasıyla birlikte kişi ve kurumların harcamaları artırılacak, bu sayede toplam talep artırılarak ekonominin canlanması sağlanacaktır. Toplam talebin hızla arttığı bir ortamda da kamu harcamaları azaltılarak kontrol altına alınacaktır.

•        Kamu harcamaları temel olarak makroekonominin önemli bileşenleri arasındadır. Devlet tarafından yapılan her türlü harcamayı kapsayan bu bileşenlerin miktarında bir değişim yaşanması, maliye politikasını etkileyecektir. Maliye politikasının aracı olması, sadece harcamaların miktarındaki değişim değildir. Bunlara ek olarak harcamaların kompozisyonundaki değişimleri de kapsamaktadır.

•        Eğer işsizlikle mücadele edilmek isteniyorsa kamu harcamalarının miktarı artırılır. Bu durumda da genişletici maliye politikası uygulanmış demektir. Ayrıca düşük gelir gruplarına yapılan sübvansiyonların artırılması gibi bir kompozisyon değişikliği de maliye politikasının aracıdır.

•        Borçlanma politikasında da ekonomideki talep artışına bağlı olarak aşırı canlılığın yaşandığı durumlarda, kamu borçlanması artırılarak harcanabilir gelirin düşürülmesi hedeflenmektedir. Yani ekonomi ısındığı zaman, kamu borçlanması artırılarak soğuma sağlanmaktadır. Ekonomi soğumaya yüz tuttuğunda ise borçların erken ödenmesi ile para piyasaya çıkarılır ve toplam talep canlandırılır.

•        İktisadi ve sosyal amaçlar için bir maliye politikası aracı olan kamu borçlanması, devletin bütçe açıklarının finansman yollarından birisidir. Burada borç miktarının azalıp artmasına ek olarak borcun vadesi ve kaynağının tespit edilmesi de bir araçtır. Örneğin; enflasyonun yüksek olduğu bir ekonomide, fiyat artışlarını daha da hızlandırmamak için kısa vadeli borçlar yerine uzun vadeli borçlar tercih edilir. Bu durum, kamu borçlanmasını bir maliye politikası aracı yapar.

•        Kamu bütçesinde açık veya fazla vererek bazı maliye politikası amaçlarına daha ulaşılabilir. Mesela açık bütçe, harcamaların gelirinden fazla olması anlamına gelir. Bu ise genişletici maliye politikasını ifade eder. Fazla bütçe ise daraltıcı maliye politikasına işaret etmektedir.

•        Maliye politikasını oluşturan diğer bileşenler ise teşvik ve dış ticaret politikası gibi çeşitli alt gruplardan oluşmaktadır.

MALİYE POLİTİKASI AMAÇLARI

•        Kaynak tahsisinde etkinliği sağlamak

•        Gelir dağılımında adaleti sağlamak

•        Ekonomik istikrarı sağlamak

•        Ekonomik büyüme ve kalkınmayı sağlamak

Ekonomik istikrar amacı hem fiyat istikrarını hem de tam istihdamı ifade etmektedir. Fiyat istikrarı ise fiyatlar genel seviyesinin hedefler doğrultusunda kontrol altına alınması demektir. Tam istihdam ise ekonomideki tüm üretim faktörlerinin üretimde aktif tutulduğu bir seviyeyi ifade etmektedir. Kısaca hem enflasyonla mücadele etmek hem de işsizliği önlemek anlamına gelmektedir.

Maliye politikasının gelir dağılımında adalet amacı, ulusal gelirin kişiler üretim faktörleri arasında adil bir şekilde dağıtılmasıdır. Bu kapsam, devletin sosyal yönünü gösteren bir politikadır.

İktisadi büyüme ise bir ekonomide milli gelirin yıldan yıla artış göstermesi demektir. Bu konuda vereceğimiz en kolay örnek; milli geliri 100 lira olan bir ekonominin diğer yıl 105 liralık milli gelire sahip olması yüzde 5 büyüme kaydettiği anlamına gelmektedir. Devletin maliye politikası ile hedeflediği en temel konulardan birisi budur.

İktisadi kalkınma ise ekonomik büyümeye ek olarak birtakım sosyal göstergenin de iyileşmesi demektir. Yani hasta başına düşen doktor sayısı, öğrenci başına düşen öğretmen satısı, bebek ölüm oranları gibi göstergelerin iyileşmesi, ülkede kalkınmanın sağlandığına işaret etmektedir.

Maliye politikasının bu amaçları ise bir devletin istediği hedefleri temsil etmektedir. Ülkenin politika yapıcıları, fiyat istikrarını sağlamak için enflasyonla mücadele ederken, ana neden olan talebi baskı altına almak ister. Ama bu iktisadi büyüme ile ters düşen bir politikadır. Aynı şekilde iktisadi bir büyüme için sermaye gruplarının üzerindeki vergi yükü hafifletilir ve düşük gelir gruplarının aleyhine bir sonuç alınarak gelir dağılımında eşitsizlik yaşanır.

Bir amaca ulaşırken, diğer amaca ters hareket edilmiş olunur. Dolayısıyla maliye politikasını uygulamak da zorlaşır. Bu yüzden politika yapıcılar oldukça dikkatli bir şekilde davranmalı ve gerçekçi hesaplar yaparak ince ayar politikaları uygulaması gerekmektedir.

MALİYE POLİTİKASI UYGULAMALARI

İradi Politikalar

•        Yapısal sorunlar

•        Tanı-teşhis sorunu

•        Gecikmeler sorunu

•        Politik sınırlar

•        Araçların seçimindeki güçlük

Otomatik stabilizatörler

•        Hane halkı tasarrufları

•        Mal stoklarındaki değişimler

•        Dağıtılmayan kurum karları

•        Faiz oranlarındaki değişimler

•        Tarımsal destekleme alımları

•        İşsizlik sigortası ödemeleri

•        Artan oranlı gelir

•        Kendiliğinden ortaya çıkan açık ve fazlaları

İhtiyari (İradi) Maliye Politikası

Keynesyen iktisadi düşüncenin ortaya çıkmasıyla birlikte maliye politikası, iktisat politikasında daha aktif olarak geniş bir kullanım alanı bulmuştur. Mali araçların kullanımında politikacılara geniş takdir yetkisi tanınması yüzünden Keynesyen maliye politikası, ihtiyari ismiyle anılmıştır.

Keynes’in 1936 yılında yayımladığı çalışmasından itibaren başlayıp, daha sonraları taraftarlarınca geliştirilerek ortaya çıkan Keynesyen görüş, ekonomide eksik istihdamın söz konusu olduğu dönemlerde efektif talebi artırıcı politikaları öne çıkarmıştır. Milli gelirin artırılması ve işsizliğin giderilmesi konusunda bu politikaların etkili olduğu ileri sürülmüştür.

Bu kapsamda Keynesyen görüş, temel olarak genişleme dönemlerinde kamu harcamalarının azaltılması ve vergi yükünün artırılması şeklinde daraltıcı maliye politikalarının kullanılmasını önermiştir. Buna karşılık daralma dönemlerinde ise kamu harcamalarının artırılması ve vergi yükünün azaltılması şeklinde genişletici maliye politikalarının uygulanması gerektiğini ileri sürmüştür.

Keynesyen görüş tarafından ileri sürülen bu görüşler çerçevesinde yapılacak müdahalelerin ve alınacak önlemlerin ise sadece maliye politikasını yürütmekle yetkili ve yükümlü siyasi karar birimlerinin takdirine dayanması ile ihtiyari (iradi) maliye politikaları ifade edilmiştir. Bu kapsamda takdiri maliye politikası adıyla da anıldığı bilinmektedir.

En temel özelliği; istikrar politikasına yönelik müdahale ve önlemlerin sadece maliye politikasını yürütmekle yetkili ve yükümlü siyasi karar birimlerinin takdirine dayanmasıdır. Yani yöntem, kamu harcamaları ve gelirlerinde önceden kesin olarak belirlenmiş herhangi bir kurala bağlı olmaksızın yapılan iradi değişikliklerle ekonomide istikrarı sağlamaya çalışan bir yaklaşımın ürünüdür.

Katı bir ihtiyari maliye politikasında siyasi karar birimleri şu konularda özellikle geniş bir hareket serbestine sahiptir:

•        Konjonktürel durumun değerlendirilmesi,

•        Araçların seçimi,

•        Önlemlerin dozunun, zamanlamasının ve geçerlilik süresinin ayarlanması.

Bu konulara ilişkin soruların gecikmesiz ve gerçeğine uygun bir şekilde cevaplandırılması, politikanın amacına ulaşabilmesi için gereklidir.

İhtiyari maliye politikasının etkin bir şekilde uygulanabilmesi için mutlaka göz önünde bulundurulması gereken iktisadi-teknik ve siyasi-kurumsal içerikli koşulların gerçekleşebilmeleri, önemli bazı güçlüklerin giderilmesine bağlıdır. Bir ekonomide görülen dengesizliğin giderilmesi, az veya çok belli bir zaman almaktadır. İktisadi müdahale için gerekli olan bu sürenin birbirini izleyen çeşitli aşamalara ayrılması da mümkündür.

İradi politika kısaca; yapısal, tanı-teşhis ve gecikme sorunları ile politik sınırlar, araçların seçimindeki güçlük etrafında toplanmaktadır.

Otomatik İstikrar Sağlayıcılar (Stabilizatörler)

Ekonomide oluşturulan bazı mekanizmalar gerçekleştirdikleri amaçlar dışında, konjonktürel değişimler karşısında hükümetin herhangi bir karar ve iradi politika uygulamasına gerek kalmadan ekonominin kendiliğinden istikrara kavuşmasını sağlamaktadır. Bunlar otomatik istikrarlandırıcılar veya stabilizatörler şeklinde adlandırılmaktadır.

Stabilizatörler, ekonominin ve değişen konjonktürün tümüne yön veremese bile istikrarsızlığı yumuşatmaktadır. Kısaca otomatik istikrarlandırıcılar enflasyon dönemlerin ekonominin kendi kendine daralmasını, durgunluk dönemlerinde kendiliğinden genişlemesini sağlayan mekanizmalardır.

En yaygın bilinen otomatik istikrar sağlayıcılar şunlardır:

•        İşsizlik sigortası ödemeleri,

•        Hane halkı tasarrufları,

•        Dağıtılmayan kurum kârları,

•        Mal stoklarındaki değişimler,

•        Faiz oranlarındaki değişimleri,

•        Tarımsal destekleme alımları,

•        Kendiliğinden ortaya çıkan açık ve fazlalar,

•        Artan oranlı gelir vergisi şeklindedir.

İşsizlik Sigortası

Devletin işsiz kalan kimselere belli bir süre için verdiği ücretlere işsizlik ödeneği denir. Bunlar birer kamu harcamasıdır. Durgunluk döneminde işsizlik oranlarında artış gözleneceği için devletin yapacağı işsizlik sigortası ödemeleri artacaktır. Dolayısıyla kamu harcamaları artış gösterecektir. Kamu harcamalarının artması, ekonomide genişletici etkiler yaratmaktadır. Böylece başlangıçtaki durgunluğun etkisi azalacaktır.

Yukarıdaki durumun tersine enflasyon döneminde işsizlik azalacağı için devletin yapacağı işsizlik ödemeleri azalacaktır. Buna bağlı olarak kamu harcamaları da azalmış olacaktır ve böylece ekonomide daraltıcı bir etki yaratacağı için başlangıçtaki enflasyonu azaltıcı etkiler ortaya çıkacaktır.

Bu durumlarda hükümetin hiçbir iradi politikası söz konusu değildir ve otomatik olarak konjonktür karşıtı bir gelişme yaşanmıştır.

Tarımsal Destekleme Alımları

Devlet bazı tarımsal ürünleri desteklemek için satılmayan ürünleri satın alma garantisi verebilir. Bu tarımsal bir sübvansiyondur ve kamu harcamasıdır. Yani durgunluk dönemlerinde devletin tarımsal alımları artacaktır. Bu şekilde kamu harcamaları artacak ve otomatik olarak genişletici bir etkiye sahip olacaktır.

Artan Oranlı Gelir Vergisi

Artan oranlılık, matrah arttıkça uygulanan vergi oranının da artması demektir. Durgunluk dönemlerinde kişisel gelir azalacağından artık daha düşük oranda vergilendirileceklerdir. Bu şekilde toplam vergi miktarı azalacaktır ve ekonomide genişletici bir etki doğacaktır. Böylece otomatik olarak bir istikrar kazanılacaktır.

Buna karşın artan oranlı gelir vergisinin otomatik istikrar sağlayıcı olabilmesi için;

•        Her kişi ve gelirden alınan genel nitelikli bir vergi olması,

•        Muafiyet ve istisnaların en düşük seviyede tutulması,

•        Dik artan oranlı olması yani dilimlere uygulanan vergi oranları arasında büyük farkın olması,

•        Verginin kaynakta kesme yoluyla tahsil edilmesi,

•        Verginin gerçek usule göre tarh edilmesi gerekmektedir.

Bireysel Tasarruflar

Genişleyen ekonomilerde söz konusu olan tasarruflar, tüketimin alternatifi olduğu için toplam talebin azalmasına yol açar. Bu şekilde ekonomide daraltıcı etkiler yaratılır. Durgunluk dönemlerinde ise azalan tasarruflar tüketimin canlanmasına yol açarak otomatik bir şekilde ekonominin genişlemesini sağlamaktadır.

Formül Esnekliği

Üçüncü maliye politikası yöntemi olarak formül esnekliği, konjonktürde herhangi bir değişim olmaksızın hükümetin olası bir değişime karşı otomatik olarak devreye girecek politikayı benimsemesidir. Yani politikanın kendiliğinden devreye gitmesi ile otomatik istikrarlandırıcıya, politikayı hükümetin belirlemesi şekliyle de ihtiyarı politikaya benzemektedir.

Hükümet enflasyon oranlarının belirli bir seviyeyi geçmesi durumunda vergi oranlarının da buna bağlı olarak artmasını önceden bir formüle bağlayabilir. Böylece konjonktür gerçekleştiği zaman iradi maliye politikasının olası gecikmeleri yaşanmadan müdahale söz konusu olacaktır. Formül esnekliği, iradi politikalar ile otomatik istikrar sağlayıcıların eksikliklerini ve sakıncalarını gidermek için ortaya atılmıştır.

Formül esnekliği yaklaşımında esas alınan düşüncelerin başında şu gelmektedir: Otomatik istikrar anlayışı her zaman ihtiyari yönlendirme politikasına tercih edilmelidir. Çünkü bu tür yöntemlerde gecikmelere ve yanlış kararlara neden olan takdir ve aksiyon alanlarına yer verilmektedir. Aynı zamanda ekonomiye yerleştirilen bir otomat kendiliğinden aksiyon ve reaksiyonlara sebep vermek suretiyle, ekonomik istikrarı sağlamaktadır.

MALİYE POLİTİKASI ARASINDAKİ ÇATIŞMALAR

•        Enflasyonla mücadele Χ Tam istihdam

•        Enflasyonla mücadele Χ Ekonomik büyüme ve kalkınma

•        Belirli tüketim düzeyine ulaştırma Χ Kalkınma

•        Devlet borçlarının azaltılması Χ  Kalkınma

MALİYE POLİTİKASINA İLİŞKİN İKTİSADİ YAKLAŞIMLAR

Klasik İktisadi Düşünce

Adam Smith, David Ricardo, Thomas Robert Malthus ve John Stuart Mill’in öncülük ettiği klasik iktisadi düşüncede; doğal düzen, doğal hukuk, bireycilik, faydacı felsefe önceliklidir. Tam rekabet koşulları geçerlidir ve ekonomi tam istihdamda dengededir.

Say kanunu olarak tanımlanan, her arz kendi talebini yaratır düşüncesi benimseniz. Ücret, fiyat, faiz gibi değişkenler esnektir. Görünmez el olarak anılan ve ekonomi kendiliğinden dengeye gelir, devlet sınırlandırılmalıdır görüşü mevcuttur. Ayrıca devlet yalnızca adalet, diploması, savunma gibi hizmetler sunmalıdır denir.

Klasik iktisadi düşüncede, vergiler yalnızca kamu harcamalarını finanse etmek için toplanmaktadır. Kamu harcamaları dolaylı vergilerle karşılanmalıdır. Bütçe ise küçük ve dengeli olmalıdır. Bu nedenle borçlanmaya gidilmemelidir. Kamu borçlanması gelecek nesillere yük aktarmak demektir. Ancak savaş gibi olağanüstü durumlarda devlet borçlanmalıdır ve devlet müdahalesine karşı olma durumu hakimdir.

Keynesyen İktisadi Düşünce

1929 büyük Bunalım sonrasında John Maynard Keynes tarafından ortaya çıkarılmıştır. Talep yönlü bir düşüncedir ve her talep kendi arzını yaratır. Ekonomi tam istihdamda dengede olmak zorunda değildir. Tam istihdama varana kadar devlet ekonomiye müdahale etmelidir.

Keynes’e göre; kamu harcamalarındaki artış istihdamı canlandırır. Vergilemenin sadece mali amacı bulunmaz ve ekonomik, sosyal, siyasal amaçları da vardır. Kontrol edilebilir ve küçük bütçe açıkları da bir maliye politikası aracıdır. Oluşacak bütçe açıkları için borçlanmaya başvurulabilir.

Keynesyen görüşte, kamu borçlanması piyasadaki atıl fonların ekonomiye kazandırılması anlamına gelmektedir. Maliye politikası önem kazanmıştır ve devlet müdahalesi önemli görülmüştür.

Monetarist Yaklaşıma Göre Maliye Politikası

1970’lerde stagflasyon olgusunun ortaya çıkmasından sonra Keynesyen politikalara getirilen eleştirilere öncü olmuştur. Milton Friedman öncülüğündeki yaklaşımda, para arzını önemli bir araç olarak görülmektedir.

Sürekli Gelir Hipotezi ile anılan bu yaklaşım, tüketim harcamalarının sürekli gelirin sabit bir oranı olduğunu kabul eder. Uzun dönem maliye politikasının etkin olmadığından bahseder. Ayrıca dışlama etkisi olarak, kamu harcamalarının özel yatırım harcamalarını ekonomiden dışladığını benimser.

Doğal İşsizlik Hipotezi ile bir ekonomideki maksimum sürdürülebilir üretim ortamına tekabül eden işsizliği benimseyerek, ekonominin her zaman tam istihdamda dengele olamayacağını belirtir. Enflasyonun temel nedenini ise hükümetlerin para arzını kuralsızca artırması şeklinde yorumlar. Para arzındaki artışın büyüme oranına eşit olması gerektiğini benimser.

Merkantilizme Göre Maliye Politikası

Merkantilizm, 16. ve 18. yüzyıllar arasındaki dönemde genel kabul görmüş bir düşünce yapısıdır. Temel amacı devletin zenginleşmesidir ve bunun yolu ülkeye kıymetli maden girişi ile olmaktadır. Kıymetli maden girişinin ise iki yolu bulunmaktadır. Bunlar; dış ticaret ve sömürgeciliktir.

Düşünceye göre; dış ticaret fazla vermelidir ve bunun için endüstri devlet tarafından desteklenmelidir. Deniz ticareti ve taşımacılık geliştirilmelidir. Denizaşırı yerlerde mülkler edinilmelidir ve devlet müdahalesi önemli bir yere sahiptir.

Fizyokrasiye Göre Maliye Politikası

İnsan toplumlarının doğal kanunla yönetilmesi düşüncesidir. 18. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkmıştır ve kurucusu François Quesnay’dir.

Doğal düzen, bireycilik ve serbest piyasa önceliği hakimdi. Üretken olan tek alan tarımdır ve tek vergi yalnızca tarım vergilendirilmeleridir. Klasik iktisadi düşünceye ışık tutmuş, devlet müdahalesine karşı olmuştur.

Maliye Politikasına Rasyonel Beklentiler Yaklaşımı

Neoklasik çatısı altındaki yaklaşımlardan birisidir ve 60’lı yıllarda ortaya çıkmıştır. Öncüleri ise J. Muth, R. Lucas ve T. Sargent’tir. Yaklaşıma göre; bireyler piyasadaki tüm bilgiye sahiptir ve kararlarını alırken akılcı (rasyonel) davranırlar.

Yaklaşımda; fiyat, ücret gibi değişkenler esnektir. Bireyler rasyonel olduğu için konjonktürdeki herhangi bir değişim karşısında sistematik hatalar içermeyen akılcı kararlar almaktadırlar. Bu şekilde ekonomi kendiliğinden dengeye ulaşmaktadır. Devletin uygulayacağı bir maliye politikasının kısa dönemde bile reel bir etkisi söz konusu olamaz. Politika etkisizliği söz konusudur.

Arz Yönlü İktisat Yaklaşımı

Neoklasik çatısı altındaki bir diğer yaklaşımdır. 70’li yıllarda talep merkezli Keynesyen yaklaşımına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Üretimin ve dolayısıyla ekonomik büyümenin artması için vergi indirimlerinin gerekli olduğunu savunmaktadır.

Yaklaşımda, vergilerin azaltılması talebi canlandırdığından değil, üretimi canlandırdığından etkilidir. Maliye politikalarının reel etkileri vardır; ama vergi oranlarının azaltılması durumunda ekonomik büyüme sağlanabilir.

Temel politika aracı ise vergilerdir. Laffer Eğrisi olarak anılan ve vergi oranı arttıkça toplam vergi hasılatı artar düşüncesine sahiptir. Buna karşın vergi oranları belli bir eşiği aştığında toplam vergi hasılatı azalmaktadır.

Anayasal İktisadi Yaklaşım

Diğer bir neoklasikçi yaklaşımdır ve Virginia Politik İktisat Okulu’nun bir ürünüdür. Öncüsü ise Nobel Ekonomi Ödüllü James M. Buchanan’dır. Yaklaşım, devletin ekonomiye müdahale araçlarının yasal veya anayasal yollarla sınırlandırılması gerektiğini savunmaktadır.

Yaklaşımın 3 temel varsayımı bulunmaktadır. Bunlar; metodolojik bireycilik, rasyonalite ve maximand, politik mübadele şeklindedir. Analizleri yöntemsel ve bireyi esas almaktadır. Bireyler kararlarında akılcı davranır ve siyaset, iktisat gibi bir mübadeleler ağı olarak kabul edilir.

Politikacılar oy, bürokratlar bütçe, seçmenler ile fayda ve baskı grupları rant maksimizasyonu güdüsüyle hareket ederler. Politikacılar oylarını artırmak için kamu kaynaklarını düşüncesizce kullanır ve kamu harcamalarını seçmen ile baskı gruplarına harcarlar. Seçmenler ise elde ettikleri fayda karşılığında oy verirler. Bürokratlar ise yetkilerini genişletebilmek için bütçenin şişmesine neden olurlar.

Oy ticareti mekanizması işlediği sürece, kamu kaynakları etkin kullanılmayacak ve bu yüzden maliye politikalarının yasalar yoluyla sınırlandırılması gerekecektir.

Yapısalcı Yaklaşım

1950’li yıllarda Latin Amerika’da Raul Prebisch öncülüğünde ortaya çıkmıştır. Ülkelerin yapısal özelliklerinin dikkate alınarak modellenmesi gerektiğini savunur. Gelişmiş ve az gelişmiş ülkeler arasında serbest dış ticaretin az gelişmiş ülkeler aleyhine sonuçlandığını iddia eder. Bu yüzden de ithal ikameci sanayileşme politikalarını savunur.

Yaklaşımda, devlet müdahalesi önemli ve gerekli görülmektedir. devlet eliyle sanayileşmenin getireceği yapısal değişim kalkınmayı sağlayacaktır. Enflasyonun temel nedeni ise yapısal darboğazdır. Bunların aşılması için maliye politikası araçları kullanılmalıdır.

Günümüzdeki temsilcileri ise Neoyapısalcılardır ve ekonomik büyüme ile gelir dağılımında adaletin birlikte sağlanmasında yine maliye politikalarına önem verirler. Buna karşın eskisine göre daha dışa açık bir ekonomi modeli sunarlar.

Post Keynesyen Yaklaşım

1970’li yıllarda stagflasyon sorunu karşısında yetersiz kalan Keynesyen iktisada yeni yorumlar getirmiştir. Öncüsü John Robinson’dur ve ekonomide eksik rekabet ile oligopolistik bir yapı olduğunu kabul eder. Bu nedenle ‘mark up’ fiyatlama söz konusudur.

Yaklaşımda; belirsizlik kavramına vurgu yapılır ve maliye politikası önemli, etkindir. Ekonomik büyüme gelir dağılımının temel belirleyicisi ise yatırımlardır.

Yeni Keynesyen Yaklaşım

1980’lerde G. Mankiw, A. Okun, J. Stiglitz gibi isimlerin öncülüğünde ortaya çıkmıştır. Makroekonomik Keynesyen analize mikroekonomik unsurları katmıştır.

Yaklaşıma göre; ücret ve fiyatlar aşağı doğru esnek değildir ve yapışkandır. Bu yüzden ekonominin kendiliğinden tam istihdam dengesine gelmesi olanaklı değildir. Maliye politikası önemli görülür.

MALİYE POLİTİKASI VE MİLLİ GELİR DENGESİ

Maliye politikası araçlarının milli gelir üzerinde önemli etkileri bulunmaktadır. Bu etkiler makroekonomide Keynesyen milli gelir modeli aracılığıyla analiz edilir. Buna göre kamu harcamaları veya vergilerdeki bir birimlik değişim milli geliri de bir birim değiştirmez. Maliye politikası araçlarındaki değişimin milli geliri ne kadar değiştireceği çarpan katsayısı aracılığıyla tespit edilir. Çarpan kavramı ilk olarak R. F. Kahn (1931) tarafından açıklanmış, J. M. Keynes tarafından ise milli gelir bileşenlerinin etkilerini ölçmede bir araç haline getirilmiştir. Milli gelir bileşenlerinden biri de kamu harcamalarıdır. Bilinmesi gerekir ki, klasik ve neoklasik mali iktisatçılar kamu harcamalarının sadece tam kamusal mal ve hizmetleri içermesi gerektiğini savunduklarından, kamu harcamalarının milli geliri artırıcı etkisinden söz etmemektedirler. Büyük Bunalım sonrası Keynesyen iktisatçı ve maliyeciler kamu harcamalarının milli gelir üzerindeki artırıcı etkilerini kabul etmişler ve bunu açıklamak için de çarpan mekanizmasını kullanmışlardır. Kamu harcamalarındaki bir birimlik değişimin milli gelirde hangi yönde ve ne kadar etkisinin olduğunu anlamak için kamu harcamaları çarpanını analiz etmek gerekir.

Burada c, marjinal tüketim eğilimini (yani gelirin yüzde kaçının tüketime ayrıldığını gösteren katsayıyı) ifade etmektedir. Marjinal tasarruf eğilimi (s), c’nin tamamlayıcısıdır (c=1-s). Buna göre, kamu harcamalarındaki bir birimlik artış milli geliri k kadar artırmaktadır. Birçok ders kitabında kamu harcamaları çarpanı ifade edilirken durumu kolaylaştırmak için bazı unsurlar göz ardı edilir ve çarpan katsayısı 1 /1−𝑐 şeklinde kabul edilir. Ancak ad valorem ve spesifik vergiler, yatırımların gelire ve faiz oranına duyarlılığı, reel harcamalar transfer harcamaları ayrımı gibi unsurlar da göz önünde bulundurulduğunda gerçeğe daha yakın farklı bir çarpan katsayısı elde edilir.

Milli gelir sadece özel tüketim ve yatırım harcamalarına konu olmamakta, aynı zamanda özel sektörün harcama ve tasarruflarını azaltarak yaptığı vergilerle karşılanan kamu harcamalarını da içermektedir (Y≡C+I+G). Devlet tarafından toplanan vergiler miktar cinsinden (spesifik) olabileceği gibi (TA), oransal (ad valorem) da olabilir (tY). Bu vergilerle finanse edilen kamu harcamaları ise reel harcamalar olabileceği gibi (Go), transfer harcamaları da olabilir (TR). Harcanabilir gelir, milli gelire transfer harcamalarının eklenmesi ve bundan tüm vergilerin çıkarılmasıyla bulunur [Yd≡Y+TR-(TA+tY)]. Özel tüketim harcamaları gelire bağlı olmakla birlikte (C≡Co+cYd), özel yatırım harcamaları da gelire ve faiz oranına bağlı olabilir (I≡Io+aYd+bi). Ayrıca özel yatırım ve tüketim harcamalarının gelirden bağımsız (otonom) kısımları da (Co ve Io) mevcuttur. Tüm bu durumlar dikkate alındığında geleneksel makroekonomik denklik (Y≡C+I+G) şu şekilde yazılabilir:

𝑌 ≡ 1/ 1 − 𝑐 + 𝑎 + 𝑐 + 𝑎 𝑡 ∙ 𝐶𝑜 + 𝐼𝑜 + 𝐺𝑜 + 𝑐 + 𝑎 𝑇𝑅 − 𝑐 + 𝑎 𝑇𝐴 − 𝑏𝑖

Buna göre kamunun reel harcamalarındaki ve transfer harcamalarındaki bir değişim milli geliri ayrı ayrı şöyle etkiler:

∆𝑌 ≡ 1/ 1 − 𝑐 + 𝑎 + 𝑐 + 𝑎 𝑡 ∙ ∆𝐺𝑜

∆𝑌 ≡ (𝑐 + 𝑎) /1 − 𝑐 + 𝑎 + 𝑐 + 𝑎 𝑡 ∙ ∆𝑇𝑅

Denklemlerden de anlaşıldığı üzere, kamu harcamaları çarpanı 1/ 1− 𝑐+𝑎 + 𝑐+𝑎 𝑡 şeklinde, transfer harcamaları çarpanı ise (𝑐+𝑎) 1− 𝑐+𝑎 + 𝑐+𝑎 𝑡 şeklinde ifade edilir. Demek ki genel olarak kamu harcamalarındaki bir birimlik artışın büyümeye olan etkisi pozitif yönlü olmakla birlikte marjinal tüketim eğilimi (c), marjinal yatırım eğilimi (a) ve vergi oranına (t) bağlıdır.

Not: İşlemler sırasıyla şöyledir:

𝑌 ≡ 𝐶 + 𝐼 +𝐺

𝑌 ≡ 𝐶 +𝑐𝑌𝑑 + 𝐼𝑜 + 𝑎𝑌𝑑 − 𝑏𝑖 + 𝐺𝑜

𝑌 ≡ 𝐶𝑜 +𝐼𝑜 +𝐺𝑜 + 𝑐 + 𝑎 𝑌 + 𝑇𝑅 − 𝑇𝐴 + 𝑡𝑌 − 𝑏𝑖

𝑌 ≡ 𝐶𝑜 +𝐼𝑜 +𝐺𝑜 + 𝑐 +𝑎 𝑌 + 𝑐 + 𝑎 𝑇𝑅 − 𝑐 + 𝑎 𝑇𝐴 − 𝑐 +𝑎 𝑡𝑌 − 𝑏𝑖

𝑌 − 𝑐 + 𝑎 𝑌 + 𝑐 + 𝑎 𝑡𝑌 ≡ 𝐶𝑜 + 𝐼𝑜 + 𝐺𝑜 + 𝑐 + 𝑎 𝑇𝑅 − 𝑐 +𝑎 𝑇𝐴 − 𝑏𝑖

𝑌 1− 𝑐 + 𝑎 + 𝑐 + 𝑎 𝑡 ≡ 𝐶𝑜 + 𝐼𝑜 + 𝐺𝑜 + 𝑐 + 𝑎 𝑇𝑅 − 𝑐 +𝑎 𝑇𝐴 − 𝑏𝑖

𝑌 ≡1/1 − 𝑐 +𝑎 + 𝑐 + 𝑎 𝑡∙ 𝐶𝑜 + 𝐼𝑜 + 𝐺𝑜 + 𝑐 + 𝑎 𝑇𝑅 − 𝑐 + 𝑎 𝑇𝐴 –𝑏𝑖

ENFLASYONLA MÜCADELEDE MALİYE POLİTİKASI

Enflasyon, bir ekonomide fiyatlar genel düzeyindeki sürekli artışı ifade etmektedir. Enflasyon oranı ise, yıldan yıla fiyatlar genel düzeyindeki yüzdesel değişim demektir. Enflasyon maliye politikasının amaçlarından biri olan fiyat istikrarının bozulması anlamına gelmektedir. Bu nedenle enflasyon sorununu çözmek için önce enflasyonun kaynaklarını tespit etmek gerekir. Enflasyonun en önemli nedenlerinden biri ekonomide toplam talebin toplam arzı aşmasıdır; diğer bir ifadeyle talep fazlalığıdır. Bilindiği gibi bir malın miktarı sabitken ona olan talep arttığında malın fiyatı artar. Bunu ekonominin geneline yaydığımızda, ekonomide toplam arz (üretim miktarı) sabitken toplam talebin artması fiyatlar genel seviyesinin artmasına yol açar. Tam istihdam seviyesinde toplam arzı aşan bu fazlalığa enflasyonist açık denmektedir. Talep fazlalığı nedeniyle oluşan bu enflasyona da talep enflasyonu denmektedir. Enflasyonun bir diğer nedeni de üretim sürecindeki maliyet artışlarıdır. Çeşitli nedenlerle üretim girdilerinin fiyatlarındaki artış ürün fiyatlarına yansımakta ve ekonomide enflasyona yol açmaktadır. Bu duruma maliyet enflasyonu da denmektedir. Özellikle yapısalcıların bahsettiği bir diğer enflasyon türü de yapısal enflasyondur. Genellikle azgelişmiş ülkelerde birtakım yapısal darboğazlardan kaynaklanan fiyat yükselişleridir. Ülkelerin kendine has sorunları olabilir. İşgücü verimliliğindeki düşüş, enerji veya hammadde eksikliği gibi yapısal sorunların genel sonucu olarak fiyatlar genel seviyesi artabilir. Son olarak bahsedebileceğimiz enflasyon türü ithal enflasyondur. Yurtdışından ithal edilen ürünlerin fiyatlarındaki artışın yurtiçinde enflasyona neden olmasıdır. Genellikle ara mal ithalatında söz konusu olan bir enflasyon türüdür. Bu nedenle ithal enflasyon, girdi konusunda dışa bağımlı olan ekonomilerin sıkça yaşadığı bir durumdur. Enflasyonun hesaplanmasında yöntem olarak farklı endeksler kullanılabilmektedir. Ortalama bir tüketicinin tükettiği bir mal sepetindeki fiyat değişimini ölçen Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE), üreticiden perakende satıcıya satış aşamasındaki fiyat artışını görmemizi sağlayan ve hammadde ve yarı mamul fiyat değişimini ölçen Üretici Fiyat Endeksi (ÜFE), nominal GSYH’nin reel GSYH’ye oranını gösteren GSYH Deflatörü bu endekslerin başında gelmektedir.  Enflasyonun artması ekonomide birçok sorunu doğurmaktadır. Özellikle kamu sektöründe yaşanan sorun Olivera-Tanzi etkisidir. Yüksek enflasyon ortamında verginin tahakkuk ettiği zaman ile tahsil edildiği zaman arasında paranın alım gücü azalmaktadır. Bu durum kamu sektöründe reel olarak bir gelir kaybı anlamına gelmektedir. Bir ekonomik istikrarsızlık olarak enflasyon sorununun çözülmesinde maliye politikasına önemli görevler düşmektedir. Ama öncelikle bilinmesi gerekir ki, enflasyon olgusu toplam talebin toplam arzı aşması olduğuna göre, enflasyonla mücadelede toplam talebi dizginleyecek politikaların tercih edilmesi gerekir. Bu da daraltıcı maliye politikası demektir.

Kamu Harcamaları

•        Cari harcamalar; Azaltılması durumunda tüketim doğrudan kısılacaktır. Fakat, azaltılması tepkiyle karşılanacak ve oy kaybına yol açacaktır.

•        Yatırım harcamaları; Azaltılması durumunda tüketim doğrudan kısılacaktır. fakat; azaltılması uzun dönemli büyüme ve kalkınma amaçlarına zarar verecektir.

•        Transfer Harcamaları; Ülke deneyimleri enflasyonla mücadele politikalarının izlendiği dönemlerde ilk kısıntıya gidilen kalemin transfer harcamaları olduğunu gösterir.

Kamu Gelirleri

•        Gelir üzerinden alınan vergiler; Arttırılması tüketimi azaltmakla birlikte tepki ile karşılanır.

•        Servet üzerinden Alınan Vergiler; Toplam vergi gelirleri içerisinde düşük olduğu için tercih edilmez.

•        Harcama üzerinden alınan vergiler; Doğrudan alışveriş sırasında alındığı için tüketimi direk azalttığı ve mali anestezi nedeniyle tepki görmediği için tercih edilir.

Borçlanma

Enflasyonla mücadele politikalarının izlendiği dönemlerde iç piyasadan uzun süreli borçlanılmalıdır.

DEFLASYONLA MÜCADELEDE MALİYE POLİTİKASI

Bir ekonomide toplam talebin toplam arzın altında kalması durgunluk olarak adlandırılmaktadır. Çünkü bir ekonomide üretilen mallar (toplam arz) talep edilmediği takdirde üretim kapasiteleri atıl kalacak, ekonomik işleyiş yavaşlayacak ve işsizlik oluşmaya başlayacaktır. İşsizlik toplam talebin daha da düşmesine yol açacak ve durgunluk daha da derinleşecektir. Bu nedenle durgunluk bir ekonomide olabilecek en kötü hastalıklardan biridir. Toplam talebin toplam arzın altında kalması durumunda oluşan aradaki fark deflasyonist açık olarak anılır. Zira ekonomideki durgunluk fiyatlar genel seviyesinin de düşmesine neden olmaktadır. Ekonomide işsizliğin birçok nedeni olabilir. Buna bağlı olarak birçok işsizlik türü de olabilir. Mesela piyasa ücret düzeyinde çalışmak istendiği halde iş bulunamaması gayri iradi işsizlik; piyasada iş bulma olanağı olduğu halde çalışmak istenmemesi ise iradi işsizliktir. Bir ekonominin kendine has yapısal özelliklerinden kaynaklanan işsizlik yapısal işsizlik; ekonomideki konjonktürel dalgalanmalara bağlı olarak işgücü talebindeki azalmadan kaynaklanan işsizlik ise konjonktürel (devrevi) işsizliktir. İş değiştirme ve mevsimlik işleri bırakma gibi nedenlerle veya yeni mezunların kısa süreli iş aramaları gibi nedenlerle geçici olarak oluşan işsizlik türü de friksiyonel (arızi) işsizliktir. Durgunluğun neden olduğu işsizlik, maliye politikası amaçlarından biri olan tam istihdamdan uzaklaşma anlamına gelmektedir. Bu nedenle işsizlikle mücadelede genişletici maliye politikasının uygulanması gerekir. Diğer bir ifadeyle kamu harcamalarının artırılması ve/veya vergilerin azaltılması gerekmektedir. Toplam talebi canlandırmaya yönelik genişletici bir maliye politikasının uygulanması telafi edici maliye politikası olarak adlandırılmaktadır.

Kamu Harcamaları

•        Cari harcamalar; Tasarruf riski olduğundan artırılması tercih edilmez.

•        Yatırım harcamaları; Artırılması durumunda hem çarpan etkisi yüksek olduğu için milli gelir yapılan harcamadan daha fazla artar hem de uzun dönemli büyüme ve kalkınmaya katkı sağlar.

•        Transfer Harcaması; Çarpan etkisi düşük olduğu için tercih edilmez.

Kamu Gelirleri

•        Gelir üzerinden alınan vergiler; yine azaltılması durumunda tasarruf riski ortaya çıkar.

•        Servet üzerinden alınan vergi; Toplam vergi gelirleri içerisinde payı düşük olduğu için tercih edilmez.

•        Harcama üzerinden alınan vergi; alışveriş sırasında alındığı için azaltılması tüketimi doğrudan arttıracaktır.

Borçlanma

Durgunlukla mücadele politikalarının izlendiği dönemlerde dış borçlanma tercih edilmelidir.

STAGFLASYONLA MÜCADELEDE MALİYE POLİTİKASI

Bir ekonomide enflasyon durumu varsa ve ekonomi enflasyon durumunda büyümüyorsa bu ekonomi “stagflasyon (enflasyon içinde durgunluk)” durumundadır. Ekonomideki stagflasyon durumu işsizliği artırır ve enflasyon durumu giderek ekonomiyi daraltmaya başlamaktadır.

Stagflasyon durumu tam manasında 1973 yılında petrol krizinde ortaya çıkmıştır. 1973 yılından önce iktisatçı Philips’in  teorisinde olduğu gibi işsizlikle enflasyon ters ilişkide olarak kabul edilmekteydi.

Philips Eğrisi

Yeni Zelandalı iktisatçı A.W. Phillips tarafından İngiltere ekonomisi üzerinde yapılan bir araştırma sonucunda geliştirilen Phillips eğrisi analizi, bir ekonomide enflasyonla işsizlik arasında ters yönlü ilişki olduğunu ortaya koyar. Bu ilişkiyi şöyle bir şekille göstermek mümkündür.

Monetaristler ve Philips Eğrisi

Kısa dönemde enflasyonun işsizliği azaltacağını uzun dönemde ise, uyarlayıcı beklentiler sebebiyle, enflasyonla işsizlik arasında bir ilişki olmadığını ve Phillips eğrisi doğal işsizlik düzeyinde yatay eksene dik bir doğru şeklini alacağını dile getirmişlerdir.


Dikey eksende enflasyon, yatay eksende işsizlik yer alıyor. Phillips eğrisi analizinin ortaya koyduğu iddiaya göre; enflasyon e1’den e2’ye düştüğünde işsizlik oranı da i1’den i2’ye yükselir. Bugün genel olarak kabul gören yaklaşım Phillips Eğrisi analizinin kısa dönemde doğru olduğu uzun dönemde devreye giren başka faktörler nedeniyle geçerliliğini yitirdiği şeklindeki görüştür.

Yeni Klasikler ve Philips Eğrisi

Fiyat ve ücret esnekliğini benimseyen ve ekonomik birimlerin rasyonel beklentilere sahip olduğunu varsayan yeni klasiklere göre kısa ve uzun dönemde Philips eğrisi doğal işsizlik düzeyinde yatay eksene dik bir doğru şeklindedir.

Yeni Keynesyenler ve Philips Eğrisi

Fiyat ve ücretlerin yapışkan olduğunu benimseyen yeni Keynesyenlere göre ekonomik birimler rasyonel beklentilere sahip olsa bile kısa dönem Phillips eğrisi negatif eğimli iken uzun dönemde doğal işsizlik düzeyinde yatay eksene dik bir doğru şeklinde olacaktır.

Ekonomide durgunluk söz konusu olduğunda istihdam düşer. Buna karşın enflasyon olabilmesi için toplam arzın, toplam talebi karşılamıyor olması gerekir. Bu da arzı artıracak iş gücü kalmadığına işaret ederken, ekonominin tam istihdam ve tam kapasite çalışmasının bir yan etkisi olarak ortaya çıkar. Stagflasyonda durgunluk artar ve istihdam düşerken talebi karşılayacak arz yaratılamaz. Her ikisinin de aynı anda yükselmesi ise içinden çıkması zor bir sarmal haline gelir.

 Stagflasyon Durumunda Enflasyon ve İşsizlik İlişkisi

Keynesçi teoriyi biraz daha anlaşılır kılmak gerekirse; işsizliğin yükselmesi ile verimlilik düşecektir ve bu durum fiyatlara zam olarak yansıyacaktır. Bu şekilde enflasyonda da yükselme görülecektir. Enflasyon ise tüketicilere fiyat artışı olarak dönecektir. Fiyatlardaki yükseliş, tüketicinin para harcamasını sağlamak için merkez bankasının faiz oranlarını düşürmesi ile yaşanacaktır.

İşsizlik ve enflasyon arasındaki ters ilişki, 1970’li yıllara kadar kabul edilmiştir. Buna karşın 1973 Petrol Krizi ile işsizlik oranı yükselirken, fiyatlar genel düzeyi de artmıştır. Sonuçta da her iki ekonomik olumsuzluğun beraber yaşanabileceği gerçeği acı bir şekilde anlaşılmıştır.

Stagflasyon Nedenleri

•        Yanlış para ve maliye politikaları,

•        Tüketimin ve ücretlerin artması,

•        Enerji kaynaklarının fiyatlarının yükselmesi,

•        Para arzının üretimden fazla artması,

•        Finansal krizler ve döviz kurlarındaki istikrarsızlıklar.

Stagflasyon İle İlgili Ekonomik Görüşler

Nedenleri üzerine iki farklı görüş ortaya atılmaktadır. Bunlardan birincisi, arz şoku olarak bilinen petrol krizi ile açıklanmaktadır. Petrol fiyatlarındaki ani yükseliş, üretimi olumsuz etkilemiştir. Taşıma maliyetlerindeki artışlara bağlı olarak fiyatlar artmıştır. Fiyatların artışı, talebi düşürmüş, bu durum ise yatırımları ve şirket kararlarını olumsuz etkilemiştir. Sonuçta da işsizlik artmış ve bu kriz hali oluşmuştur.

İkinci görüş ise hatalı makroekonomik politikalara dikkat çekmektedir. Buna göre; merkez bankası para arzını artıran politikalar uygularken, aynı zamanda iş ve emek piyasasını olumsuz etkileyecek düzenlemelere gider. Bu durum da stagflasyona ne olabilir.

Stagflasyonun Sonuçları

•        İşsizlik Artar

•        Enflasyondaki artış sebebiyle yatırımlar yavaşlar.

•        Hükumetler tüketimi azaltıcı önlemler alır.

•        Maliyetlerde artış yaşanır.

•        Döviz kurundaki istikrarsızlık spekülatörler yaratır.

•        Temel geçim malzeme fiyatlarında artış yaşanır.

İKTİSADİ KALKINMA VE MALİYE POLİTİKASI

Azgelişmiş ülkelerin kalkınması için uygulanabilecek standart bir maliye politikası yoktur. Çünkü her ülkenin kalkınma dinamikleri ve yapısal özellikleri farklıdır. Ancak azgelişmiş ülkelerin ortak özelliklerine baktığımızda üretim kapasitesi darlığı, aramalı üretememe, işgücü verimliliğinde düşüklük, tasarruf ve yatırım azlığı, kamu bütçe açıkları gibi sorunlarda birleştiklerini görmekteyiz. Bu nedenle uygulanacak maliye politikası ekonomiyi şişirmeye değil, uzun vadede üretim kapasitesini ve kalitesini artırmaya yönelik olmalıdır. Kamu harcamaları yatırımlara yönelik olduğu takdirde uzun vadede üretim kapasitesinin artması sağlanabilir. Bunun için seçilecek yatırımın çok doğru tercih edilmesi gerekli ve üretim kapasitesini artırmayacak ölü yatırımlar tercih edilmemelidir. Aksi halde kaynaklar etkin kullanılmamış olur. Sübvansiyonlar yoluyla belli sektörler desteklenerek ülkede yetersiz olan malların üretimi teşvik edilmelidir. Bunun yanı sıra kalkınmanın finansmanını sağlayacak en iyi araç doğru bir vergi politikasıdır. Çünkü kamu borçlanması, kolay bir yol olmasına rağmen, kalkınma sürecinde oldukça tehlikelidir. Zaten yurtiçi tasarruflar yetersiz olduğundan iç borçlanma zayıf kalmaktadır. Bu nedenle azgelişmiş ülkeler dış borçlanmaya başvurmaktadır. Ancak dış borçlanma politik bağımlılık sürecini olgunlaştırmakta ve kaynaklar doğru yere kullanılmadığında geri ödenirken ekonomiye büyük kayıplar verebilmektedir. Uygulanacak vergi politikası da yatırımları teşvik edecek nitelikte olmalı ve üretim kalitesini artıracak güdüleri oluşturmalıdır. Piyasayı yapısal değişime entegre etmenin en iyi yolu yönlendirici vergi politikalarıdır. Bunların dışında azgelişmişliğin kaynağını oluşturan eksiklikleri gidermek amacıyla kamu işletmeleri kurulmalı ve böylece kaynak dağılımında etkinlik sağlanmalıdır. Yerli üreticiler devlet eliyle korunarak yurtiçinde üretilmesi mümkün malların dış alımı (ithalatı) engellenmelidir. Tabii ki bütün bunlar yapılırken devlet bütçesinde kronik ve kontrol edilemez büyüklükte açıklar verilmemeye özen gösterilmelidir.

GELİR DAĞILIMI VE MALİYE POLİTİKASI

Gelir dağılımı, iktisadi bir kavram olarak milli gelirin yeniden dağılımı anlamında kullanılır. Yani, dağılımı incelenecek gelir milli gelirdir. Milli gelirin kimler, neler veya nereler arasında dağılımını ele alacağımızı da ortaya koymak lazımdır. Bu bakımdan, iktisaden önem taşıyan çeşitli gelir dağılımı kavramlarını açıklamak ve bu kavramlardan hangisinin tetkik edileceğinin bilmek gerekir. Şöyle ki:

a)Coğrafi gelir dağılımı: Bir ülkenin farklı bölgelerinde yaşayan insanların milli gelirden ne oranda pay aldıklarını gösterir. Bu gelir dağılımı, bir ülkenin gelişmiş ve az gelişmiş bölgeleri arasındaki farkları bulmada kullanılabilir. Gelişmiş ekonomilerde bölge geliri, kişi başına düşen milli gelirin 2/3’si ile karşılaştırılabilir. Bu karşılaştırma yapıldığında, gelişmiş ekonomilerde, geri bölgeler içindeki nüfusun çok az bir kısmının kişi başına düşen milli gelirin 2/3’sinden daha az bir gelire sahip olduğu görülür. İngiltere ve İsviçre’de böyledir. Bu oran Fransa ve Norveç’te %10, İtalya, İspanya ve Türkiye’de %30 civarındadır. Gelişmiş ülkelerde bölgeler arasındaki kişi başına düşen milli gelirler arasındaki fark gittikçe azalırken, az gelişmiş ülkelerde gittikçe artmaktadır.

b)Sektörlere göre gelir dağılımı: Tarım, sanayi ve hizmet sektörlerinin milli gelirden aldıkları payları, bunların uzun devredeki seyirleri, devletin hangi sektörler aleyhine hangi sektörler lehine gelir dağılımını etkilediğini, sektörlere göre gelir dağılımını kullanarak inceleriz. Gelişmiş ekonomilerde tarım sektörünün milli gelirdeki payı az, az gelişmiş ekonomilerde ise fazladır.

c)Fonksiyonel gelir dağılımı: Çeşitli üretim faktörlerinin milli gelirden aldıkları payları inceleyen gelir dağılımı kavramıdır. Milli gelir içinde ücret, rant ve kârın paylarını saptarsak, milli gelirin fonksiyonel dağılımını elde etmiş oluruz. Milli gelirin sosyal sınıflar arasında nasıl dağıldığını araştırmak istiyorsak, bunun için en uygun olanı fonksiyonel gelir dağılımıdır. Ancak, fonksiyonel gelir dağılımı bunu kaba hatlarıyla gösterebilir. Çünkü, sosyal tabakalaşma, fonksiyonel dağılımın dörtlü sınıflandırmasının kapsamına giremeyecek kadar karmaşıktır. Zira bu sınıflandırmaya göre küçük çiftçi ile büyük çiftçi, küçük tüccar ile büyük tüccar, memurla sanayi ve tarım işçileri arasında hiçbir fark yoktur. Sosyolojik bakımdan sosyal gruplar, sadece elde edilen gelirin kaynağına göre tanımlanamaz. Mesela büyük bir şirketin yöneticisi emek gelirli olduğu için fonksiyonel dağılıma göre ücretli sınıftan olması gerektiği halde, sosyolojik bakımdan işçi sınıfından sayılmaz.

d)Kişisel gelir dağılımı: Bireylerin veya tüketici birimlerinin, belli bir süre boyunca elde ettikleri gelir miktarlarını göz önünde tutar. Dolayısıyla bireyler arası gelir eşitsizlikleri araştırılmak isteniyorsa kişisel gelir dağılımı kavramına başvurulur. Ücret, faiz, rant ve kârların milli gelirden aldıkları payları söylediğimizde bu fonksiyonel gelir dağılımı olur. toplumda ne kadar rantçı, ne kadar ücretli olduğunu bu dağılım biçimi belirtmez. Ayrıca bir ailenin yıllık gelirinde hem ücret, hem rant, hem faiz hem de kâr bir arada bulunabileceği için fonksiyonel gelir dağılımı bireyler arası gelir farklılıklarını göstermez. Buna karşın, Türkiye’de yaşayan insanların şu kadarı şu kadar miktarda gelir elde ediyor veya bu kadarı milli gelirin yüzde şu kadarını ele geçiriyor dersek, bu dağılım şekli kişisel gelir dağılımıdır. Kişisel gelir dağılımı sayesinde tüketici grupları arasındaki dengesizlikler saptanabilir.

Ülkenin az gelişmiş bölgeleri bizi ilgilendiriyorsa coğrafi, farklı sektörlerin milli gelir içindeki yerini ve gelişmesini inceliyorsak sektörler arası, sosyal grupların payları hakkında fikir edinmek istiyorsak fonksiyonel, milli gelirin dağılımındaki eşitlik veya eşitsizlik derecesi bizi ilgilendiriyorsa kişisel gelir dağılımları önem kazanır. Bizim inceleyeceğimiz dağılım şekli kişisel gelir dağılımıdır.

KİŞİSEL GELİR DAĞILIMINI SAPTAMADA KULLANILAN METOT

Kişisel gelir dağılımı incelenirken, birim olarak tüketici birimleri kabul edilir. Uygulanacak yöntemde ise gelir elde etmeyen kişiler, yani işsizler de gösterilir. Onun için, kişisel gelir dağılımı ile ilgili etütlerde birim olarak aile saptanmaktadır. Bu hususlar göz önünde tutulunca, bir yandan kişisel gelir dağılımı zaman içerisinde değeri değişen bir para birimine bağlı kalmaksızın ve milli gelirin toplam değerini dikkate almaksızın ifade etmek mümkün olmalı, diğer yandan tüketici birimlerinin sayıları dikkate alınmaksızın gelir dağılımı gösterilebilmelidir.

Bunun için, gelir dağılımını incelemede en uygun metot Lorenz eğrisi metodudur. Bu metoda göre önce çeşitli gelir dilimlerinde ne kadar tüketici biriminin yaşadığını ve bunların elde ettikleri geliri öğreniriz. Sonra tüketici birimleri en az gelirliden en çok gelirliye doğru sıralanan yüzdelere ayırırız. Her yüzdenin karşısına bu grubun milli gelirden aldığı payı yüzde olarak gösteririz. Tüketici birimlerinin en az gelirli %20’si milli gelirin %5’ini elde ediyor gibi. Bu şekilde hem tüketici birimlerini hem de milli gelir yüzdelerle gösteren bir tablo düzenlendikten sonra, bu verileri bir diyagrama yerleştiririz. Bu yerleştirme sonucu ortaya çıkan diyagramatik ifadeye Lorenz eğrisi denir.

Lorenz eğrisinde yatay eksende en az gelirliden en çok gelirliye doğru dizilmiş tüketici birimlerinin yüzdesi kümülatif olarak gösterilir. Dikey eksende ise, toplam geliri kümülatif yüzdeler halinde ifade ederiz. Diyagramda 450’lik bir açı teşkil ederek çizilmiş OAD doğrusu gelir dağılımında mutlak eşitlik doğrusudur. Çünkü OAD’nin üzerindeki her noktada tüketicilerin yüzdesi, toplam gelirin yüzdesine eşittir. Mesela tüketici birimlerinin %25’i gelirlerin %25’ini, %50’si gelirlerin %50’sini elde eder. Gerçekte karşılaşılan gelir dağılımları OBD eğrisine benzer eğrilerle gösterilir. Tüketici birimlerin en az gelirli %25’i toplam gelirin %6’sını, onu takip eden %25’inin toplam gelirin %9’unu elde etmesi halinde, kümülatif olarak düşününce, en az gelirli %50 tüketici birimi milli gelirin %15’ini elde ediyor demektir. Müteakip grupların milli gelirden aldıkları yüzdeleri de diyagramda işaretler ve işaretli noktaları da birleştirirsek, ekonominin gelir dağılımını gösteren OBD eğrisi ortaya çıkar. Gelir dağılımı OAD’ye yaklaştıkça eşitsizlik azalmakta ODC’ye yaklaştıkça eşitsizlik artmaktadır.

Şekilde nüfusun %55’inin gelirin sadece %25’lik bir kısmını aldığını görülmektedir.

Lorenz eğrisi ile gösterilen gelir dağılımı dengesizliklerini İtalyan istatistikçi Gini bir katsayı ile ifade etmiştir. Buna Gini katsayısı denilmektedir. Gini katsayısı, Lorenz eğrisi ile 900’lik açının açıortayı arasındaki alanın dik üçgen alanına olan oranının rakamsal değerini gösterir. Sıfır ile bir arasında değişir ve gelir dağılımı dengesizliği azaldıkça katsayı sıfıra, arttıkça bir yaklaşır. Değişik zamanlarda yapılan gelir dağılımı araştırmalarında bulunan Gini katsayılarının karşılaştırılması bize gelir dağılımı eşitsizliklerinin düzelme veya bozulma yönünde değiştiğini açıkça göstermektedir. Katsayı küçüldükçe gelir dağılımı düzelmekte, büyüdükçe bozulmaktadır.

GELİR DAĞILIMINI BELİRLEYEN FAKTÖRLER

Burada, ekonomide kendiliğinden gelir dağılımını belirleyen faktörler incelenecek, emeğin dışındaki üretim faktörlerine servet dersek, gelir dağılımını tayin eden asli faktörlerin şu noktalar etrafında toplandığını görürüz:

a)Emeğin Dağılımı: İnsanların sahip olduğu işgücü, vasıf bakımından farklılıklar gösterir. Ücretler arasındaki farklılığın başlıca sebebi budur ve kişisel kabiliyet farklılıkları ikinci derecede rol oynar. Vasıflı işgücü elde etmenin en önemli yolu eğitimdir. Onun için, yüksek ücretli iş kollarına ve mesleklere emek arzını artırmak ancak eğitim olanaklarını herkese eşit şekilde dağıtmakla mümkündür. Her ekonomik sistemde farklı iş güçlerine farklı talepler vardır. Ayrıca ücretin dışında, işi veya işin gerektirdiği beceriyi elde etmenin zahmetli oluşu gibi etkenlerde emek arzını etkiler. Onun için çeşitli vasıflardaki işleri, elde etme ile ilgili tüm engeller ortadan kalksa da emek gelirleri arasında farklar olabilir. emeğin vasfının dağılımındaki eşitsizlikler, emek gelirleri arasındaki eşitsizliğin en önemli sebebidir. Bu nedenin arkasında eğitim olanaklarının bireyler arasında eşitsiz dağılmış olması yatmaktadır.

b)Servet Dağılımı: Servet gelirleri, servet dağılımına göre, tüketici birimleri arasındaki gelir dağılımının eşit veya eşitsiz olması sonucunu yaratır. Servet dağılımı, emek dağılımına göre daha eşitsizdir. Onun için servet gelirleri emek gelirlerine göre daha eşitsiz dağılmıştır. Gelişmiş batı ülkelerinde gelir getiren servetin çok büyük kısmı, az sayıda tüketici biriminin elindedir. Çünkü, herkesin emeğinin vasfını artırabilmesi, tüm imkânlar sağlansa bile sınırlıdır. Oysa servet edinmek sınırsızdır. Ayrıca gelirler eşitsizliğin bir üst sınırı vardır. Gelirsiz yaşamak mümkün olmadığına göre bu üst sınırı aşılamaz.

c)Faktör Fiyatları: Servet ve işgücünün dağılımını bir veri olarak sabit kabul edersek, faktör (emek, sermaye, doğa, müteşebbis) fiyatlarındaki değişmeler, tüketici birimleri arasındaki gelir dağılımını fiyatı değişen faktörün lehine veya aleyhine değiştirir. Mesela, faiz, kâr ve rantın sıfıra düştüğü bir ekonomide servet temerküzü tek başına gelir eşitsizlikleri yaratmaz.

KİŞİSEL GELİR DAĞILIMININ ÖNEMİ

a)Kişisel gelir dağılımında adalet sosyal barışı sağlar, refah farkını kaldırır. Ayrıca adil gelir dağılımı, ekonomik güç birikimlerini önler, rantiye sınıfının büyümesine imkan vermez. İşte bu nedenle adil gelir dağılımı tüketici birimler arasında refah, ekonomik ve politik güç dengesi kurduğu ve çalışmadan yaşayan bir sosyal tabakanın oluşmasına meydan vermediği için sosyal barışı sağlayıcıdır.,

b)Kişisel gelir dağılımında adalet toplumsal refahı artırır. Gelir dağılımında adalet, büyük gelirli tabakalardan az gelirli tabakalara doğru gelir transferine neden olur. Marjinal fayda teorisine göre bu gelir transferi toplumsal fayda ve refahı artırır.

c)Kişisel gelir dağılımında adalet fırsat eşitliğini artırır. Bu sayede sosyal alandaki önemli bir amaca ulaşılmış olur. Yeteneklerle ilgili olmayan başlangıçtaki eşitsizliklerin olumsuz etkileri bertaraf edilmiş olur.

d)Kişisel gelir dağılımında adalet, ekonomik istikrarı sağlar. Gelişmiş ekonomilerde bazen görülen, tasarruf-yatırım dengesini tasarruf lehine bozan ve istikrarı bozan durumların meydana gelmesine imkan vermez. Adil gelir dağılımı sonucunda, harcama gelirin bir fonksiyonu olduğundan ekonomide efektif talep yükselir ve efektif talep düşüklüğünden kaynaklanan buhranlardan kurtulunur. Bu nedenle adil gelir dağılımı fiyat istikrarını korur, tam çalışmayı gerçekleştirir.

İLMİ YÖNDEN ADİL GELİR DAĞILIMI ÖLÇÜSÜ BULUNABİLİR Mİ?

Teoride böyle bir ölçü ortaya atılabilir. Tüketici birimleri arasında gelir dağılımı öyle olmalı ki bu dağılım sonunda tüm tüketici birimlerin marjinal gelirlerinin faydaları birbirine eşit olsun. Fakat marjinal fayda ölçülemez ve bu ölçüde kullanılamaz. Bunun için pragmatik hareket etmek zorunluluğu vardır. Kullanılan bu pragmatik ölçü adil gelir dağılımından beklenen faydaların gerçekleştirilmesini mümkün kılan ölçüdür. O zaman, herhangi bir ekonomide gelir dağılımı sosyal barışı sağlıyor, toplumsal refahı artırıyor, herkese fırsat eşitliği sağlıyor ve gelir dağılımındaki eşitsizlikler devri hareketlere sebep olmuyorsa o ekonomideki gelir dağılımını adil kabul etmek gerekir. Ancak, böyle bir gelir dağılımı mutlak anlamda tüm tüketici birimlerinin birbirlerine eşit gelir elde ettiği bir gelir dağılımı değildir. Böyle bir gelir dağılımı tüketici birimler arasında tüketim ve refah eşitsizliğini azaltan, sosyal yönden faydalı servet birikimine olanak veren, aşırı servet yığılmalarına engel olan bir gelir dağılımıdır. Bu dağılım uzunca sayılabilecek bir dönem içerisinde gelir ve servet dağılımı eşitsizliklerini de azaltıyorsa ekonomi tüketici birimler arasındaki gelir dağılımını arzulanan biçimde gerçekleştirmiş demektir. Gelir dağılımındaki eşitsizliklerin ne dereceye kadar giderileceği konusunda bundan başka ölçü yoktur. Çünkü gelir dağılımındaki eşitsizliklerin giderilmesi geniş ölçüde iktisat ve maliye politikasını uygulayanların değer yargıları, o ülkedeki ekonomik sistem ve bu sistem içinde insanlara uygulanacak teşvik tedbirleriyle, özendiricilerle ilgili bir konudur.

DEVLETİN GELİR DAĞILIMINI DEĞİŞTİRMESİ

Bu iki şekilde olur. Milli gelirin tüketici birimleri arasındaki dağılımını belirleyen asli faktörleri değiştirerek ve milli geliri kamu gelirleri ve harcamaları yoluyla yeniden dağıtarak devlet gelir dağılımını değiştirebilir.

Birinci usulde servet ve eğitim imkanlarının dağılımı ile faktör fiyatları değiştirilir ve kendiliğinden oluşan gelir dağılımı değişir. İkinci usulde ise kamu gelirleri ve kamu harcaması kullanılır. Her gelir grubunun ödediği vergi ile yararlandığı kamu hizmetleri veya transfer ödemeleri aynı olmadığı için, vergi ve harcama sistemi milli geliri yeniden dağıtmış olur. Borçlanmada da durum aynıdır. Borç verenlerle, borçlanma ile finanse edilen devlet faaliyetlerinden yararlananlar birbirlerinden farklı sosyal tabakalardır. Şimdi her iki usuluün uygulanma şeklini ve kullandığı araçları inceleyeli:

a)Servet dağılımının değiştirilmesi: Servet dağılımındaki eşitsizlikleri gidermenin en kestirme yolu, gelir getiren serveti özel mülkiyete konu olmaktan çıkarıp devlet mülkiyetine geçirmektir, ancak bu demokratik toplum gereklerine aykırıdır. Özel mülkiyet kaldırılmadan, servet mülkiyeti sınırlandırılarak ve servetsizler servet sahibi haline getirilerek, servet dağılımı daha eşit hale getirilebilir. Bunun için toprak reformu yapılır. Toprak reformu bir yandan büyük toprak mülkiyetini tasfiye eder, diğer yandan da topraksız çiftçileri toprak sahibi yaparak servet dağılımındaki eşitsizlikleri azaltır. Böylece milli gelirin tüketici birimler arasında dağılımındaki eşitsizlik hafifler. Servet dağılımındaki eşitsizliklerin giderilmesinde düşünülen bir başka tedbirde verasetin sınırlandırılması hatta kaldırılmasıdır. Çünkü, temerküz etmiş servet veraset yoluyla nesilden nesile belli kişilerin eline geçer ve böylece servet temerküzü devam etmekle de kalmayıp artma eğilimi gösterir. Servet tevarüs edenler servetsizlere göre yeniden servet edinmede ve servetlerini artırmada daha şanslıdırlar. Onun için bir çok düşünür, veraseti adaletsizlik kaynağı olarak görür ve sınırlandırılmasını ya da kaldırılmasını ister. J.S.Mill de, belli sınırları aşan servetin veraset yoluyla intikalini önlemek istemiştir.

a)Vergi politikasıyla da eşitsizlik giderilebilir. Zenginlerin artan oranlı şahsı gelir vergileriyle vergilendirilmesi servet yığılmalarını azaltabilir ve hatta eşitsizlikleri hafifletebilir. Çünkü servet biriktirmenin en önemli kaynağı tasarruflardır. Olağanüstü kazançlar vergisiyle, veraset vergisiyle ve hakiki servet vergileriyle servet dağılımındaki eşitsizlikler azaltılabilir.

b)Eğitim olanaklarının değiştirilmesi: Gelir dağılımındaki eşitsizliğin bir nedeni de, emeğin vasfının fertler arasında aynı dağılmayışıdır. Kişilere tanınacak eğitim olanaklarıyla bu eşitsizlik giderilebilir. Modern toplumlarda yüksek bir eğitimle vasıflı işgücü olabilir. Onun için, yüksek gelirli mesleklere girmeyi önleyen sebepleri ortadan kaldıran bir eğitim reformu ile emek gelirleri arasındaki eşitsizlik azaltılabilir. Eğitim temel bir kamu hizmeti haline gelmeli ve her isteyen ve yetenekli olan vatandaşın yüksek ücretli mesleklere girmesini mümkün kılan bir eğitim sistemi kurulmalıdır. Eğitim parasız olmalı ve az gelirli aile çocuklarına burs verilmelidir.

c)Faktör fiyatlarının değiştirilmesi: Devletin ekonomiye müdahale yollarından birisi de faktör fiyatlarını değiştirmesidir. Devlet bu amaçla faiz haddini saptar, işçiler en az ücret düzeyinin altında ücret almaz, bazen kiralar dondurulur, kârın azami tavanı belirtilir, belli ürün fiyatlarının destekleme alımlarıyla en az düzeyin altına düşmesi önlenmektedir.

Devlet müdahalesi piyasa ekonomisi ile bağdaşmaz ama bu müdahaleler de başarılı olmuştur. Faiz haddi başarılı bir şekilde tespit edilmekte ve ucuz para politikasıyla, tam istihdama yakın bir düzeyde ekonomik denge kurulabilmektedir. Asgari ücret ve toplu iş sözleşmesinin de bu konuda olumlu katkısı vardır. Kâr hadlerinin belirlenmesi ve kiraların kontrolü ise kamu idaresi iyi kurulmuş ülkelerde tatminkâr sonuçlar vermektedir. Tarım ürünlerinde uygulanan taban fiyat ise hemen her ülkede benimsenmiş ve tarım sektöründe önemli bir gelir politikası aracı olarak kullanılmaktadır.

MALİYE POLİTİKASIYLA MİLLİ GELİRİN YENİDEN DAĞITILMASI

Kamu maliyesi, milli gelirin dağılımını üç yönde değiştirebilir. Bunlardan birincisi, devletin piyasa ekonomisi kuralları içinde kullandığı üretim faktörlerinin fiyatlarını ödeyerek milli gelirin fonksiyonel dağılımını değiştirmesiydi. Milli gelirin tüketici birimler arasında dağılımının eşitsizlik sebepleri üzerinde dururken, devletin üretim faktörlerinin fiyatlarını değiştirerek milli gelirin fonksiyonel dağılımı kadar kişisel dağılımı üzerinde de eşitleyici yönde etkide bulunabileceğini gördük.

Kişisel gelir dağılımındaki eşitsizliğin diğer iki asli sebebi emeğin vasfının dağılımındaki eşitsizlikle, servet dağılımındaki eşitsizliğin giderilmesi, nitelikleri itibariyle kamu maliyesinin kişisel gelir dağılımını nasıl değiştirdiğini açıkça ortaya konacaktır. Kamu maliyesi, yapısı itibariyle yeniden dağıtıcıdır. Çünkü en önemli kamu geliri olan vergiler, mükelleflerden karşılıksız olarak alınır. Vergi alınırken, vergi ödeme gücü göz önünde tutulur. Mükelleflerden karşılıksız, nihai ve cebre dayanılarak alınan vergiler, verginin mevzuu ne olursa olsun mükellefler bunları gelirlerinden ödediklerine göre, mükelleflerin vergileri ödemeden önceki sahip oldukları gelirle, ödedikten sonra ellerinde kalan gelir birbirinden farklıdır. Vergiler; gelir, servet ve harcamalar gibi çok geniş konular üzerinden alınırlar. Onun için herkes vergi mükellefidir diyebiliriz ama varlıklı sosyal tabakalar, varlıksız sosyal tabakalara göre daha büyük vergi ödeme gücüne sahip olduklarından ve çağdaş vergilendirme tekniğinde en az geçim indirimi, artan oranlılık, ayırma nazariyeleri gibi nazariyeler mükelleflerden gerçek vergi ödeme güçleriyle orantılı olarak vergi almaya imkan verdiklerinden, zenginler fakirlerden daha fazla vergi öderler. Dolayısıyla çağdaş devletlerin vergi sistemleri ve bu sistemlerin kabul ettikleri vergilendirme teknikleri gelir dağılımındaki eşitsizlikleri törpüleyici yönde etkide bulunur. Kamu harcamaları ise toplumsal ihtiyaçları karşılamak üzere yapılır. Çağdaş ülkelerde bu ihtiyaçlar kamu hizmeti yoluyla karşılanır. Bu hizmetler ya parasız yapılır ya da bu hizmetlere saptanan fiyatlar maliyetlerinin altındadır. Bu hizmetlerden herkes faydalanır. Parasız ya da gerçek maliyetinin altında fiyatla sunulduğu için kamu harcamalarının yapısında gelir dağılımındaki eşitsizlikleri giderecek bir özellik vardır. Vergi ve kamu harcamalarının yansımaları göz önünde tutulursa, kamu maliyesinin kullandığı bu iki araçla kişisel gelir dağılımı eşitsizlikten eşitliğe doğru değişebileceği gibi aksi de olabilir.Bu nedenle bilinçli olarak vergilerin ve kamu harcamalarının gelir dağılımındaki eşitsizlikleri gidermesi üzerinde durulmuş, şahsi gelir vergilerinde artan oranlılık, ayırma nazariyesi ve en az geçim indirimi kurumlarına yer verilmiş, harcama vergilerinin derecelendirilmeleri ve bazı harcamalar üzerinden vergi alınmaması kabul edilmiş, olağanüstü kazançların vergilendirilmesi yoluna gidilmiştir. Gün geçtikçe, devletçe geliştirilen ve parasız yürütülen kamu hizmetleri, fakir tabakalara yapılan sosyal yardımlar, devletin sosyal güvenliğin finansmanına katılması bilinçli olarak kişisel gelir dağılımını eşit hale getirme konusunda devletçe alınan ve uygulanan maliye politikası tedbirlerinin belli başlıcalarıdır.

Kamu maliyesinin milli gelirin yeniden dağıtılması ile ilgili bu genel bilgilerden sonra, vergilerin, borçlanmanın ve kamu harcamalarının gelir dağılımı üzerindeki etkilerini inceleyelim.

VERGİLER VE TÜKETİCİ BİRİMLER ARASINDAKİ GELİR DAĞILIMI

Öncelikle bazı temel kavramlar üzerinde duralım ve bir takım genel açıklamalar yapalım. Daha sonra da tek tek vergi çeşitlerinin gelir dağılımına etkisini inceleyeceğiz.

Artan oranlı vergi: Mükelleflerin geliri arttıkça ödediği vergi ile elde ettiği gelir arasındaki oran (ödediği verginin gelire oranı) artmaktadır.

Azalan oranlı vergi: Mükellefin geliri arttıkça, ödediği verginin gelire oranı azalıyorsa bu vergi azalan oranlıdır.

Orantılı vergi: Mükellefin geliri arttıkça, ödenen verginin gelire oranı sabit kalıyorsa bu orantılı vergidir.

Dolaylı ve Dolaysız vergiler: Dolaysız vergilerin yansıma özelliği pek yoktur. Dolaylı vergiler ise hemen hemen tamamen fiyatlara yansır. Fiyatları yükseltir. Bu nedenle vergi yükü daha çok düşük ve orta gelirli ailelerin üzerine biner, bu da gelir dağılımını olumsuz yönde bozucu etki doğurur. Dolaylı vergiler, düşük ve orta gelirli ailelerin kullandığı mal ve hizmetler içinde, yüksek gelirli ailelerin kullandığı mal ve hizmetlere oranlara daha yüksek pay tutar. Bir ülkede, toplam vergiler içinde dolaylı vergilerin oranı çoksa, vergilerin çoğunlukla düşük gelirlilerden, dolaysız vergilerin oranı yükü, vergilerin daha çok yüksek gelirlilerden alındığı ve daha adil bir gelir dağılımı olduğu söylenebilir. Gelişmiş ülkelerde dolaysız vergilerin oranı yüksektir ve daha adil gelir dağılımı vardır. Gelişmemiş ülkelerde ise dolaylı vergilerin oranı yüksektir ve daha düzensiz bir gelir dağılımı vardır. Dolaylı vergiler, yüksek gelirlilerin aldıkları lüks mallardan alınırlarsa gelir dağılımını düzeltici, zorunlu tüketim mallarından alınırlarsa gelir dağılımını bozucu etki gösterirler.

İstisna ve muafiyetler: İstisna ve muafiyetler, gelir dağılımını olumlu yönde etkileyebilir ama aşırı istisna ve muafiyetlerin etkisi olumsuz olacaktır. Ülkemizde ve diğer az gelişmiş ülkelerde bunun tipik örneği tarımsal kazançlardır. Bir de yatırım indirimi vardır. Bazen, teşvik olmasa bile o yatırım yapılabilecekken teşvik verilir. Bu da gelir dağılımını olumsuz yönde etkiler.

Özellikle gelir vergisinde ve servet vergisinde artan oranlılık uygulanırsa gelir dağılımını düzeltici etki gösterir. Ama az gelişmiş ülkelerde bu etkin bir şekilde yapılamamaktadır.

Vergi kaçakçılığı: Vergi kaçakçılığı, vergilerin düzeltici ve olumlu etkilerin baltalayıcı rol oynamaktadır. Bir vergi kanunu ne kadar modern olursa olsun, vergi kaçakçılığı varsa, bu vergi sistemi düzeltici değil tersine gelir dağılımını daha da bozucu etki gösterir. Vergi kaçakçılığının nedenlerinin başında denetim ve mevzuat yetersizliği vardır. Ülkemizdeki gelir dağılımı adaletsizliğinin en önemli nedenlerinden biri de vergi kaçakçılığının büyük oranda ve yaygın oluşudur.

Kullanılmayan vergi rezervleri de gelir dağılımını olumsuz etkiler. Ülkemizde özellikle, tarım kesimi iyi vergi potansiyeli olduğu halde gereği gibi vergilendirilmemektedir.

MUAYYEN VERGİLERİN GELİR DAĞILIMI ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ

A)GELİR VERGİSİ: Üç tür gelir vergisi vardır:

a)Şahsi gelir vergisi: Mükelleflerin bir yıl içinde elde ettikleri gelir yani kazanç ve iratların safi tutarı (Gelir elde edilirken yapılan masraf düşülüp, kâr-zarar çıkarıldıktan sonra kalan tutar) üzerinden alınır. Genellikle yansımaz. Tarifeleri artan oranlıdır, bu yüzden gelir dağılımını düzeltici etkide bulunur. Ancak, düzeltici etkide bulunması için, gelir vergisinin genel olması gerekir. Gelir vergisi kanununun yapısında vergiden kaçınma kurumları olmamalıdır. Eğer kurumlar, aşırı istisna ve muaflıklar ve götürü usulle vergilendirmeler olursa, vergi karşısında eşitlik ilkesi bozar ve tüketiciler arasında milli gelirin dağılımı eşitsizlik lehine bozulur. Vergi tarhiyatı kaynakta kesme usulüne göre yapılırsa vergi kaçakçılığı olmaz. Beyana dayalı vergi tarhiyatı, vergi kaçakçılığına son derece müsaittir. Bu gelir dağılımı bozucu etki gösterir. Onun için iyi bir denetim olmalı ve beyannamelerin doğruluğu sağlanmalıdır. Mesela, Gelir vergisi kanununa göre, yıllık 10 milyon TL gelirin %30, 40 milyon TL gelirin % oranında vergilendirildiğini varsayalım. Burada vergi artan oranlıdır. 10 milyon TL geliri olan memur, kaynakta kesildiği için %30 vergi öder. 60 milyon TL gelirli bir tacir ise beyannamede kazancını 40 milyon TL gösterip %40 yani 16 milyon TL vergi öder. Gerçekte ise %26.6 oranında vergi ödemiş olur. böylece vergi azalan oranlı hale gelir. Ama günümüzde alınan tedbirlerle bu durum büyük oranda ortadan kalkmıştır.

Gelir vergisinde, en az geçim indiriminin yüksek düzeyde oluşu, artan oranlılık dilimlerinin adaletli dağılışı ve özellikle üst dilimlerde vergi oranı çok yüksek alt dilimlerde düşük olmalı ancak üst dilimlerde, yatırım hevesini baltalayacak kadar yüksek olmamalıdır. Özellikle az gelişmiş ülkelerde, gelir vergisinde vergi kaçırma olur. başta tarımsal kazançlar olmak üzere tüm kazanç ve iratları kapsamı içine alamaz. Ücret gelirlileri tam vergi öderken diğer gelirliler vergi kaçırabilir. Bu da gelir dağılımını olumsuz etkiler. Ticari kazançlardan gelir vergisi öderken yapılan masraf ve amortismanlar düşülür. Oysa memur ve işçilerin zamanla çalışma kapasitelerindeki azalma yani çalışma gücü amortismanı ve bilgi, tecrübe edinmek için yapılan masraflar gelirden düşülmez. En az geçim indirimi, enflasyon nedeniyle anlamını yitirir ve düşük gelirliler oransal olarak yüksek vergi öderler. Yüksek gelirliler ise, yatırım indirimi, amortisman vs.den yararlanır. Bu da gelir dağılımını bozucu etki yapar.

b)Negatif gelir vergisi: Daha çok transfer niteliği taşır. Genellikle gelişmiş ekonomilerde vardır. Geliri, asgari ücretin altına düşen ailelere devlet yardım yapar. Ayrıca bunlardan vergi alınmaz. Bu fakirliği önler, gelir dağılımını düzeltici etki yapar ancak çalışma arzusunu azaltır, emeğin verim ve üretkenliğini düşürür.

c)Kurumlar vergisi: Kurumlar vergisi kanunda gösterilen kurumların belli bir dönemdeki toplam safi kazançları üzerinden alınır. Bu kurumlar; sermaye şirketleri, kooperatif şirketler, iktisadi kamu müesseseleri, dernek, tesis ve vakıflara ait iktisadi işletmelerdir. Genel nitelikte ve dolaysız bir vergidir. Kârdan aldıkları pay azaldığı için ortaklar öder. Verginin, gelir dağılımına etkisini bulabilmek için hisse senetlerinin çeşitli gelir grupları arasındaki dağılımını bilmek gerekir. Yansıma yoksa yani şirket halka açık A.Ş. değilse, hisse senetleri yüksek gelir gruplarına dağıtılmıştır ve şahsi gelir vergisinin gelir dağılımı üzerindeki olumlu etkisine katkıda bulunur. Bazı memleketlerde artan oranlı tarife uygulanır. Bazılarında da halka açık A.Ş. ler lehine, açıklık durumuna göre değişik ve düşük oranlı vergiler uygulanır. Bu tip uygulama, hissedarların az gelirli olması halinde, gelir dağılımı üzerinde olumlu etki yapar. Kurumlar vergisi, sermaye üzerine ek vergi getirir, yüksek gelirleri vergilendirir ancak yatırımları baltalamayacak şekilde düzenlenmelidir.

B)LÜKS VERGİSİ: Bazı ülkelerde özel araba, radyo, televizyon ve videolar vergilendirilir. Buna özel harcama ya da lüks vergisi denir. Eğer bunlar yüksek gelir gruplarının elindeyse, lüks vergisi gelir dağılımını olumlu etkiler. Ülkemizde de bu mallara genellikle yüksek ve orta gelirliler sahiptir. Dolayısıyla gelir dağılımını olumlu etkilediğini söyleyebiliriz.

C)BİNA VERGİSİ: Binanın sağladığı irattan bakım masrafı ve amortisman düşülür, geriye kalan safi irat matrah kabul edilir. Bunun üzerinden vergi alınır. Türkiye’de bina vergisi, binanın mükellefince beyan edilen değeri üzerinden alınır. Özellikle az gelişmiş ülkelerde, binalar yüksek gelir gruplarının elindedir. Eğer muaflık ve istisna yoksa, bina vergisi, gelir dağılımını eşitleyici yönde etki yapar.

D)ARAZİ VERGİSİ: Burada matrah ya arazinin yüzölçümü ya da değeridir. Yüzölçümü her çeşit tarımsal faaliyette ve toprakta aynı geliri temsil etmez. Ayrıca bu verginin yüzölçümü üzerinden alındığı ülkelerde tarımsal işletmelerden pek büyük bir kısmını oluşturan küçük işletmeler rantabl işletmeye elverişli olmadıkları için, alınan vergi gelir dağılımını olumsuz yönde etkiler. Arazinin değeri üzerinden alınıyorsa, bu değer arazinin sağladığı gelirden türemiştir. Onun için, arazi tahrirlerinin güvenilir şekilde ve yakın tarihte yapılmış olması gerekir. O zaman arazi vergisi, dolaylı olarak gelir vergisi haline gelir. Küçük işletmeler vergilendirilirse, büyük işletmeler de artan oranlı vergilendirilirse, arazinin değerinin matrah alındığı arazi vergisi, gelir dağılımını olumlu etkiler. Az gelişmiş ülkelerde bu yapılırsa, hiç işletilmeyen veya verimli işletilmeyen topraklar, verimli işleteceklerin eline geçer ve bir anlamda toprak ve tarım reformu yapılmış olur. Yine az gelişmiş ülkelerde topraklar adaletsiz dağıtılmıştır. Arazi vergisi değer üzerinden alınır ve değer vergi tahririnde düşük tahmin edilirse, büyük işletmeler küçük işletmelerden daha az vergi öder ve gelir dağılımını olumsuz yönde etkiler yani bozar.

E)SERVET VERGİLERİ: Servet, yükümlülerin sahip olduğu mal ve nakit değerlerdir. Bu vergiyle, gelir vergisiyle vergilendirilmeyen ama ödeme gücü açısından büyük önemi olan bazı iktisadi değerler vergi kapsamına alınır. Genellikle yansımazlar ve yansıtılamayan servet vergileri adil gelir dağılımının sağlanmasında önemli bir araçtır. İki türlüdür:

a)Servetten alınan vergiler: Gelişmiş ülkelerin çoğunda uygulanır. Ödeme gücünü esas alan, sübjektif ve dolaylı vergidir. Gerçek ve tüzel kişilerin sahip oldukları servetin tamamını vergilendirir. Servet sahipleri lehine bozulan gelir dağılımını eşitleyici etki gösterir. Küçük servetten az, büyük servetten çok vergi alınır. Servet vergilerinin bir türü de emlak vergisi yani bina ve arazi vergisidir. Emlak alınırken verilen emlak alım vergisi vardır. Motorlu kara taşıtları vergisi de taşıtın yaş, cins ve ağırlığına göre artan oranlı alınır ve gelir dağılımını eşitleyici etki yapar.

b)Servet transferinden alınan vergiler: Burada verginin konusu servetin mevcudiyeti değil, karşılıklı veya karşılıksız başkasının eline geçmesidir. Bu da üç türlüdür:

aa)Servetteki değer artışı üzerinden alınan vergiler: Servetteki değer artışı üzerinden alınır. Bu değer artışı mükellefin gayretiyle değil, konjonktür ve bazı tesadüflere bağlı olarak artmıştır. Onun için tepki görmez. Gelir dağılımını olumlu etkiler. Vergi alınmazsa tasarruf yoluyla servete eklenir ve servet dağılımındaki eşitsizlik büyür. Bu vergi ekonomik ve sosyal görüşe dayanır. Ekonomik görüş, büyük servet eşitsizliklerinin ekonomik kalkınmayı engellediği , sosyal görüş ise, servetteki değer artışının konjonktür, talih gibi nedenlerden ileri geldiğini, fırsat eşitliğini bozduğunu, onun için de vergilendirilmesi gerektiğini söyler. Servetteki değer artışı, harp, enflasyon ve hızlı kalkınma gibi olağanüstü nedenlerden ileri gelir. Bayındırlık hizmetleri sonucu servetin değerlenmesi ise şerefiye ile ilgilidir. Bayındırlık hizmeti (baraj vs.) sonucu değerlenen servet vergilendirilmelidir. Bu sayede bir ölçüde gelir dağılımı düzelebilir.

bb)Veraset ve intikal vergileri: Doğrudan servet üzerinden alınır. Servet bir nesilden öbür nesile geçerken törpülenir, budanır. Çalışmadan servet sahibi olmayı kısıtlar. Servetin değeri ve mirasçıların yakınlık derecelerine göre artan oranlı olarak uygulanır. Değerinin tapuda yazana göre değil o günkü piyasaya göre belirlenmesi gerekir. İstisna hadleri az, tarifesi yüksek olursa gelir dağılımına olumlu etkisi daha fazla olur. gelişmiş ülkelerde istisna haddi az, artan oranlı tarife uygulanır. Her 30-35 yılda bir servet törpülenir ve eşitsizlik artmaz.

cc)İstisnai (Ek) servet vergileri: Olağanüstü hallerde seferberlik, harp ve harbi izleyen imar döneminde alınır. Böyle dönemlerde devletin harcamaları, karşılayacağı ihtiyaçlar çok, geliri ise azdır. Bu vergi kaynak oluşturur. Ayrıca böyle dönemlerde insanların bir kısmı ölür, bir kısmı yaralanır, bir kısmı daha önce varlıklı iken varlıksız olur ve servet dengesizlikleri artar. Bu vergi, bunu düzeltici rol oynar. Klasik maliyeciler, verginin serveti kemirdiğini ve alınmaması gerektiğini söylerler. Oysa vergi ile milli ekonomide servet birikimi olur. Yatırımlar artar. Ayrıca kişiler ödediği vergiyi telafi edebilmek olumlu gayret gösterebilir. Büyük servette durum böyledir ancak küçük servetten alınan vergi, servet birikimini engeller. Birinci ve İkinci Dünya Savaşında Fransa’da uygulanan milli dayanışma vergisi bunun örneğidir.

Taşıt alım vergisi de servet transferi üzerinden alınır ve artan oranlıdır. Yüksek gelirlilerden çok vergi alınır ve gelir dağılımını olumlu etkiler.

F)OLAĞANÜSTÜ KAZANÇLAR VERGİSİ: Enflasyon, seferberlik gibi gelir dağılımında büyük eşitsizliklerin meydan geldiği durumlarda alınır. Hem enflasyonu önlemek hem de gelir dağılımını düzeltmek amacıyla alınır. İstisnai servet vergisinden farklı olarak, bir kez değil olağanüstü şartlar devam ettiği sürece alınır.

G)HARCAMA (GİDER) VERGİLERİ: Üretilen, satılan ve tüketilen mal ve hizmetlerden alınır. Gelir ve servet elde edilirken değil, harcanırken vergilendirilir. Vergi fiyatın içindedir. Kişi, maldan veya hizmetten ne kadar tüketirse o kadar vergi öder. İnsanların geliri arttıkça ödenen verginin gelire oranı düşer. Düşük gelirliler ise, gelirlerinin büyük oranıyla vergi öderler. Yani, oransal olarak düşük gelirliler daha çok öderler. Tersine artan oranlılık vardır. Bu da gelir dağılımını olumsuz etkiler. Dolayısıyla tersine artan oranlılığın etkisi düşürülmelidir. Mesela, bazı zorunlu ihtiyaç maddeleri KDV’den istisna edilmeli ya da daha düşük oranda vergilendirilmelidir. Harcama vergiler üçe ayrılır:

a)Genel harcama vergileri:

aa)Toplu harcama vergisi: Üretim ve el değiştirme zincirinin bir aşamasında alınır. İleriye yansıyabilir. Yüksek oranlı olduğu için vergi kaçakçılığı yüksektir. Vergiyi doğuran olayın büyük kısmı vergi dairesinden gizlenir. Bu da mükellefler lehine gelir dağılımını bozar. Ayrıca yansıdığı için bu vergiyi tüketiciler öderler. Bundan dolayı da düşük gelirliler aleyhine gelir dağılımı bozulur. Bunu biraz azaltmak için zorunlu tüketim malları vergi dışı bırakılabilir. Lüks mallar artan oranlı tarifeye göre vergilendirilir. Mal perakendeciden tüketiciye geçerken alınırsa daha etkili olur ancak az gelişmiş ülkelerde, yapısal bozukluk, vergi idaresinin iyi örgütlenememesi gibi nedenlerle uygulanamaz.

bb)Yayılı muamele vergisi: Üretimin her aşamasında alınır. Vergi çok kademeli olduğu için aynı matrah birden çok defa vergilendirilir. Vergi, gerçek oranının üzerinde gerçekleşir. Sıkı denetim olursa vergi kaçakçılığı azalır. Aksi takdirde mükellefler aradaki vergilerden kurtulmak için işletmeleri monopol haline getirir ve rekabeti kaldırırlar. Bu da gelir dağılımını bozar. Uzun safhalı üretimi cezalandırdığı için imalatta dikey yığılmalar olur ve tekeller oluşur. Bu vergi ileriye yansır ve tüketicilere yüklenir. Adil gelir dağılımını sağlamada başarılı değildir.

cc)Katma değer vergisi: İlk ikisinin olumsuz etkilerini azaltmak için konur. Üretim ve dağıtımın her aşamasında alınır. İmalatçı kendi imalat safhasında, önceki ödenen vergiyi ödeyeceği vergiden düşer ve bunun için mükellefler birbirlerini kontrol ederler. Vergi kaçağı çok azdır. İleriye yansır ve sonuçta tüketiciler öder. Bu sebeple, vergi düşük gelirliler için artan oranlıdır. Bu, gelir dağılımını olumsuz etkiler ancak farklı grup mallara farklı oranda vergi konarak olumsuz etki azaltılabilir. Düşük gelirlilerin kullandığı mallarda oran düşülür.

b)Özel harcama vergisi: Belirli mallar üzerinden alınır. Kalkınmış ülkelerde araba, televizyon, radyo, kakao gibi lüks mallardan alındığı halde, az gelişmiş ülkelerde şeker, tuz, kahve gibi zorunlu ihtiyaç maddeleri de vergilendirilir. Onun için azalan oranlıdır ve gelir eşitsizliğini artırır. Oysa gelişmiş ülkelerde gelir dağılımını düzeltici yönde etki gösterir. Bu vergileri tüketici öder. Az gelişmiş ülkeler genel harcama vergilerini çeşitli nedenlerle uygulayamadıkları için bu vergiyi koyarlar. Tahsilatı kolaydır. Gelir dağılımını bozar.

c)Gümrük vergileri: Gümrük vergisi, devlete gelir sağlamak, bebek endüstrileri korumak, yerli-yabancı endüstriler arasında rekabet eşitliği sağlamak ve gelir dağılımını değiştirmek için alınır. Zorunlu ihtiyaç mallarından genellikle alınmazlar. Diğer mallar da sınıflandırılır ve farklı tarife uygulanır. Böylece vergi, azalan değil artan oranlı veya orantılı olur. Az gelişmiş ülkelerde, idaresi kolay hasılatı bol bir vergidir. Sanayileşme teşvik edilir. Türkiye’de beş yılda beş eşit taksitte alınır. Bu, bir yandan gelir dağılımını yüksek gelirliler lehine bozar, bir yandan da kaynaklar toplum yararına kullanılır, yatırım artar, işsizlik biraz önlenir ve hiç geliri olmayanlar gelir elde ederler. Gelir dağılımını düzeltici etkisi olur.

DEVLETİN BORÇLANMASI VE GELİR DAĞILIMI

Vergi mükelleften doğrudan doğruya, karşılıksız, cebre dayanarak ve kesin olarak alınır, gelir dağılımını etkiler. Vergi kanunlarının böyle bir amacı olmasa da vergi böyle bir sonuç ortaya çıkarır.

Borçlanma ise vergiden ayrılır; karşılıklıdır, rızaya dayanır ve kesin değildir. Bu itibarla devlet borçlandığı vakit, tasarruf erbabından borçlanır. Tasarruf erbabı devlete borç verirken, yani tahvil satın alırken, önceden biriktirilmiş servetlerinin bir kısmını, almaya karar verdikleri tahvillerle değiştirirler. Tüketim harcamalarını kısmazlar. Bu itibarla borçlanma, ilk bakışta gelir dağılımını etkilemez. Sadece servet dağılımının kullanım şekli değişir. Bu açıklamalar gönüllü borçlanmalar için söz konusudur.

Bir de cebri borçlanmalar vardır. Bu borçlanmalar şahısların tasarruflarından değil gelirlerinden alınır ve vergiye benzer sonuçlar doğurur. Bu borçlanmaya genellikle enflasyon dönemlerinde başvurulur. Bu yolla gelir dağılımı eşitlenebilir ancak bunun için cebri borçlanmanın, Türkiye’de tasarruf bonoları uygulamasında olduğu gibi, şahısların gelirleriyle orantılı değil artan oranlı olarak uygulanması gerekir.

Borçlanmada faiz haddi çok önemlidir. Cari faiz haddinden borçlanılıyorsa, borçlanma gelir dağılımını etkilemez. Çünkü bu hadden borç vermek isteyen çıkmaz. Sermaye piyasasında, cari faiz haddini yükselterek borçlanılıyorsa, şahıslar tüketim harcamalarını kısarak tasarruflarını artırırlar. Bu tür borçlanmaya enflasyon dönemlerinde başvurulur ve enflasyon nedeniyle gelir dağılımı dengesizliklerinin artması önlenir. Bu durum karşısında, sermaye piyasasındaki faiz haddini değiştirmeksizin yapılan gönüllü borçlanmaların şahısların gelirleri üzerinde herhangi bir kısıntı meydana getirmediği söylenebilir. İşte gönüllü borçlanmaların bu özelliklerinden faydalanarak iktisadi hayatın duraklama ve depresyon devrelerinde, devlet açık bütçe siyaseti takip ederek, kimsenin gelirlerini azaltmadan muayyen grupların gelirlerini artırabilir. Borçlanma, gelir dağılımını doğrudan doğruya değiştirmez. Fakat devletin bu borç dolayısıyla tahvil sahiplerine ödediği faizler bu kimselerin gelirlerini artırır. Bu ödemeler transfer ödemesi gibi etki yapar. Bu yüzden kişiler arası gelir dağılımı da değişir. Bu transfer ödemelerinin etkisi, devletin borçlandığı kaynağa göre değişir. Yani devlet kimlere veya hangi kurumlara borçlanmış? Mesela kamu kurumlarına ya da kamu bankalarına yapılan faiz ödemesi gelir dağılımını etkilemez. Özel banka veya şirketlere yapılan faiz ödemeleri ise gelir dağılımı etkiler. Çünkü, özel şirket ve bankaların sahipleri yüksek gelir grubuna mensuptular. Yapılan faiz ödemesi, bu kişilerin gelirini daha da artırırken gelir dağılımı eşitsizliği de artar. Kişiler yapılan faiz ödemeleri de aynı etkiyi doğurur. Çünkü bu kimseler de yüksek gelir grubun dahildirler. Kısa vadeli borçlanmalarda da faiz ödemesi aynı etkiyi gösterir.

KAMU HARCAMALARI VE GELİR DAĞILIMI

a)Reel harcamalar ve gelir dağılımı: Devlet yaptığı reel harcamalar karşılığında mal ve hizmet satın alır. Bu çeşit harcamalar efektif talep düzeyini doğrudan etkiler ve milli gelirle istihdam düzeyi yükselir. Bu anlamda reel harcamaların ilk etkilerinin, ekonomide durgunluk veya çöküntü dönemlerinde, az gelirli sosyal tabakaların gelirlerinin artırmak şeklinde ortaya çıktığı söylenebilir. Çünkü işsizlik zamanında, işçiler ücret geliri elde edemezler. İstikrar döneminde ise reel harcamalar kamu hizmetleri için yapılır. Kamu hizmetlerinden kişiler parasız veya maliyetin altında bir fiyatla yararlanıyorsa, bunların kişisel geliri, hizmetin karşılıksız intikal eden kısmı kadar artıyor demektir. Reel harcamaların gelir dağılımına etkisini ortaya koymak için iki konunun açıklanması gerekir:

aa)Kamu hizmetinde değer saptanması: Kamu hizmetlerinin değeri ya hatalı saptanır ya da fiyatı olmaz. Maliyetine göre saptanır. Bir kamu hizmetinin değeri, o hizmet için yapılan harcamaya eşittir.

bb)Kamu hizmetlerinin, çeşitli gelir gruplarının gelirlerini ne miktarda artırdığını bilmek gerekir. Bunun için kamu hizmetleri ikili sınıflandırmaya tabi tutulur. Bunlardan birincisi, yararlanan tabakalara, ölçülebilen ve bölünebilen fayda sağlayan kamu hizmetleridir. Belli gelir gruplarındaki kişiler, belli kamu hizmetlerinden, diğer gelir gruplarındaki kişilere göre daha fazla yararlanır. Eğitim, sağlık gibi. Hizmetten yararlanan gruba bakarak, gelir dağılımına etkisini bulabiliriz. Mesela üniversite öğretim hizmetinden yararlananlar, parasız veya hizmetin maliyetinin çok altında bir harç ödeyerek yüksek eğitim ve öğrenim imkanı bulan öğrenciler ve aileleridir. Bu ailelerin mensup oldukları gelir grubunu bilmek gerekir. Düşük gelir gruplarına mensup çocuklar üniversitede okuma fırsatı bulamıyorlarsa ve üniversitedeki eğitimden fiilen orta ve yüksek gelir gruplarındaki aileler yararlanıyorlarsa, devletin üniversite yaptığı harcamalar, gelir eşitsizliklerini artırıcı niteliktedir. Eğer üniversitede okuyanlar genellikle düşük gelirli ailelerin çocuklarıysa, reel harcamalar eşitsizliği azaltıyor demektir. İkincisi ise ölçülemez ve bölünemez fayda sağlayan kamu hizmetleridir. Bu tür kamu hizmetlerinin tüm topluma fayda sağladığı kabul edilir. Onun için gelir dağılımı üzerindeki etkisi de nötrdür.

b)Transfer harcamaları ve gelir dağılımı: Transfer harcamaları da gelir dağılımını olumlu veya olumsuz yönde değiştirebilmektedir. Devlet tahvillerine ödenen faizler, bu tahvilleri ellerinde bulunduranlar yüksek gelirli gruplar olduğu için gelir dağılımındaki eşitsizliği artırır. Devletin, sosyal güvenliğin finansmanına katılması, az gelirli grupların gelirlerini artırır ve gelir dağılımındaki eşitsizlikleri azaltır. Tüketime verilen iktisadi gayeli mali yardımlar, az gelirli grupların gelirlerini artırır ve gelir eşitsizliklerini azaltır. Üretimde bulunan kişiler ve ihracatçılar, yüksek gelir gruplarındaki şahıslar olduğu için, üretim ve ihracata verilen primler gelir eşitsizliğini artırır.

Transfer harcamalarının gelir dağılımına etkisini saptamak için, bu harcamalardan yararlananların hangi gelir grupları içinde oldukları araştırılır ve transfer harcamaları bu gelir gruplarının gelirlerine eklenir. Örneğin, devletin sosyal güvenlikle ilgili ödemelere katkısı 50 milyon TL olsun. Bu ödemelerden yararlananların en az gelirli %25 grup içinde olduklarını bilirsek, transfer harcamalarının en az gelirli %25’lik grubun gelirine eklenmesi gerekir.

                                          PARA POLİTİKASI

Para politikası; ekonomik büyüme, istihdam artışı ve fiyat istikrarı gibi hedeflere ulaşabilmek için paranın elde edilebilirliğini ve maliyetini etkilemeye yönelik olarak alınan kararları ifade etmektedir. Uygulanmasından sorumlu kuruluşlar merkez bankalarıdır. Ülkemizde merkez bankasının temel amacının fiyat istikrarını sağlamak olduğu TCMB Kanunu ile hükme bağlanmıştır.

Para politikası, para otoritesinin (Merkez Bankası) ülkedeki para miktarını (para arzı) ve faiz oranlarını değiştirerek, ekonomiyi etkilemek için aldığı kararlardır. Para politikası kararları verilirken devletin hedefinin, fiyat istikrarını bozulmasına yol açmaksızın tam istihdam seviyesine ulaşılması ve bunun devamının sağlanmasıdır. Para politikası, para arzının yönetimidir. Bu işlev bazen doğrudan para miktarının değiştirilmesiyle bazen de faiz oranlarının kontrolü vasıtasıyla yapılır. Para politikasının yönü itibarıyla iki önemli kavramdan bahsedilebilir:

 – Genişlemeci (gevşek) para politikası para arzının artmasını ve faiz haddinin düşmesine yönelik para politikası uygulamalarıdır.

– Sıkı (daraltıcı) para politikası ise, para arzındaki artışı frenlemeye ve faiz haddini yükseltmeye yönelik politikalardan oluşmaktadır. Ayrıca para politikası kapsamında farklı stratejilerin varlığı da vurgulanmalıdır:

– Takdire Bağlı Para Politikaları (Aktif Para Politikaları): Bu yaklaşımda yönetimler ekonomik durumu değerlendirip, buna göre para miktarı, faiz veya kredi hacmi gibi büyüklükleri ekonominin ihtiyaçları doğrultusunda ayarlama çabası gösterirler. 1950- 1970 döneminde uygulamaya hâkim olan Keynesci politikalardır.

 – Kurala Bağlı Para Politikaları: Belirli bir büyüklüğü para politikasının hedefi olarak belirleyip, bir politika hedefini yönetimin uymakla yükümlü olduğu bir kural kabul eden yaklaşımdır. Paracı ve Neo-klasik İktisatçılar benimser. Günümüzde, aktif iktisat politikalarından uzaklaşma, kural politikalara yönelme eğilimleri ağır basmaktadır. Para politikasının nasıl kurgulandığı ve uygulandığı tartışmasına yönelmeden önce para politikasının kavramsal düzeyde dayandırıldığı parasal rejim tartışmalarına odaklanmak yerinde olacaktır.

PARA POLİTİKASI REJİMLERİ

Uygulamada çok teknik ve karmaşık uygulamalar olarak görülen para politikalarının dayandırıldığı ve para kavramına yönelik temel kavramsallaştırmaları olarak anlaşılması gereken parasal rejimler şunlardır:

– Otomatik Altın Standardı Rejim

 – Yansız Para Rejimi (Paranın Yansızlığı Rejimi)

– Yanlı Para Rejimi (Müdahale Rejimi)

Otomatik Altın Standardı Rejimi: Ülke parasının, diğer ülke paralarına göre değerinin muhafaza edilmesine dönük para rejimidir. Uluslararası ticaretin pürüzsüz şekilde işlemesini hedefler. 20. yüzyılın başlarına kadar çoğu ülkede geçerli olmuştur. Bu rejimde ülke ulusal parasını sabit bir değerden her an altın ile değiştirmeyi taahhüt eder. Her ülkenin parasının altın değerlerinin birbirine oranı da döviz kurlarını ifade etmektedir. Bu açıdan bakıldığında otomatik altın standardı bir tür sabit döviz kuru sistemidir. Fiyat hareketleri, bu rejimde dış açıkları otomatik olarak dengelemektedir. Başka bir ifadeyle, ulusal paranın iç ve dış değeri arasında etkileşim ilişkisi vardır.

Yansız Para Rejimi (Paranın Yansızlığı Rejimi): Paranın sadece mal-hizmet değişiminde yardımcı olması, buna karşın parasal rejimin mal-hizmetlerin nispi fiyatları ile üretim miktarları üzerinde etkili olmaması amaçlanır. Klasik ve Yeni-Klasikler Paranın yansızlığını savunur. Monetaristler, para arzındaki genişlemenin, büyüme hızına endekslenmesiyle birlikte, paranın yansızlığının sağlanacağını ifade eder. Liberal çizgideki ekoller, aktif iktisat politikasına karşı çıkarlar. Paranın yanlı kılınması fayda getirmez, paranın değerinde istikrarsızlık yaratıp, paranın ekonomiye sağladığı katkıyı azaltır, ekonomik performansı düşürür.

 Yanlı Para Rejimi (Müdahale Rejimi): Para rejimi aracılığıyla nispi fiyatlarda ve üretim miktarında değişme amaçlanıyor ise ve müdahaleci rejimler ile paranın belirli amaçlar doğrultusunda yanlı kılınması öneriliyor ise yanlı para rejiminden bahsedilir. Bilinçli para politikalarıyla, piyasa ekonomilerinin birtakım zaaflarının aşılabileceği, makroekonomik performansın yükseltilebileceği savunulur. Keynes, Genel Teori ile müdahaleci para rejimlerinin teorik çatısını kurmuştur. Bu sistemde emisyon, iktisat politikalarının hizmetindedir. Bu uygulamalar, dış denge üzerinde önemli dengesizlikleri beraberinde getireceği için, döviz hareketlerine sık sık müdahale yapılmasını öngörür.

PARA POLİTİKASI ARAÇLARI

Para politikası araçları, Merkez Bankasının ekonomideki para miktarı ve faiz haddi gibi parasal değişkenler üzerinde işlem yaparak ekonomiyi etkilemeye çalışırken kullandığı müdahale araçlarıdır. Günümüzde merkez bankalarının en fazla kullandığı araçlarla daha geniş bir perspektifte kullanabileceği araçlar arasında ayrım yapmak yerinde olacaktır. Buna göre en fazla başvurulan araçlar şunlardır:

 – Açık Piyasa İşlemleri

 – Zorunlu Karşılık Oranları

– Reeskont İşlemleri

 – İletişim Politikası

 Öncelikle açık piyasa işlemlerini ele almak faydalı olacaktır. Günümüzde modern merkez bankacılığının en fazla başvurduğu ve öne çıkardığı para politikası aracı açık piyasa işlemleridir. Açık piyasa işlemleri Merkez Bankasının sermaye piyasası işlemlerine taraf olması, bu piyasaya katılarak orada işlemler gerçekleştirmesidir. Bu açıdan bakıldığında Merkez Bankası zaten var olan, ciddi işlevlere sahip olan sermaye piyasasına katılmaktadır. Burada dikkat çeken önemli nokta, sermaye piyasasında işlem yapan taraflar söz konusu olduğunda paranın el değiştirmesi olgusudur. Merkez Bankası dışında kalan tüm iktisadi aktörler sermaye piyasası işlemlerini gerçekleştirdiklerinde piyasadaki para miktarı değişmemekte, sadece el değiştirmektedir. Ancak, Merkez Bankası işlemin tarafı olduğunda para miktarı kesinlikle değişecektir; başka bir ifadeyle artacak veya azalacaktır. Açık piyasa işlemleri Merkez Bankası tarafından dört farklı biçimde gerçekleştirilebilmektedir:

 – Doğrudan alım

– Doğrudan satım

– Repo

 – Ters repo Doğrudan alım ve doğrudan satım

Merkez Bankası para arzında kalıcı ya da uzun vadeli bir değişiklik gerçekleştirmeyi arzuladığında yürüttüğü işlemlerdir.

Merkez Bankasının doğrudan kontrolü dışında olan faktörler nedeniyle banka rezervlerinde ve para arzında ortaya çıkan geçici değişiklikleri dengelemek maksadı ile repo ve ters repo işlemlerini kullandığı görülmektedir. Doğrudan alım yönteminde Merkez Bankası sermaye piyasasında işlem gören bir menkul kıymeti (tahvil, bono vb.) satın alacaktır. Bu şekilde satın alınan menkul kıymet Merkez Bankası bilançosuna taşınırken, piyasaya para sürülmüş olacak ve piyasadaki para miktarı artacaktır. Dolayısıyla Merkez Bankası para politikasında genişletici yönde gitmek isterse doğrudan alımı tercih edebilir. Buna karşılık Merkez Bankası daraltıcı para politikası uygulamak isterse doğrudan satımı tercih edecektir. Piyasaya doğrudan satılan menkul kıymet karşılığında piyasadan para çekilmiş olacaktır. Repo işleminde ise bir menkul kıymet belirli bir tarihte, belirli bir orandan, geri satım vaadi ile satın alınmaktadır. Dolayısıyla, belirlenen süre için piyasaya para sürülmekte, karşılığına menkul kıymet de Merkez Bankası bilançosuna taşınmıştır. Merkez Bankası banka rezervlerinde geçici bir süre için artış yaratmayı arzuladığında, repo işlemlerine yönelir. Ters repo işleminde ise bir menkul kıymetin belirli bir tarihte, belirli bir orandan, geri alım vaadi ile piyasaya satılması söz konusu olmaktadır. Merkez Bankası piyasadan para çekmek istediğinde ters repo yöntemini benimseyecektir. Hem repo hem de ters repo işlemlerinin belirli bir süre için yapıldığı hatırlandığında Merkez Bankasının süreklilik kazandırmak için bir program dâhilinde bu işlemlere yöneldiği vurgulanmalıdır. Örnek vermek gerekirse merkez bankaları haftalık repo ihaleleri ihalelerini yineleyerek bu tarz bir programı işletmektedir. Açık piyasa işlemlerini amaçları açısından da sınıflandırmak mümkündür:

– Defansif açık piyasa işlemleri (Koruyucu APİ): Merkez Bankasının kontrolü dışındaki faktörler nedeniyle parasal tabanda ve banka rezervlerinde ortaya çıkan değişikliklerin dengelenmesi amacıyla yürütülen açık piyasa işlemleridir.

 – Ofansif açık piyasa işlemleri (Dinamik APİ): Merkez Bankasının ekonomik faaliyetleri yönlendirmek için banka rezervlerini, parasal tabanı ve para arzını değiştirmek amacıyla gerçekleştirilen açık piyasa işlemleridir. Açık piyasa işlemleriyle ilgili avantaj ve dezavantajlar da tartışılmaktadır. Buna göre açık piyasa işlemleri:

– Merkez Bankasının inisiyatifindedir,

– Esnektir,

 – Hızlı ve etkindir,

– Tersine çevrilebilir niteliktedir,

 – Etkisi kısmi niteliktedir,

– Gelişmiş sermaye piyasalarına ihtiyaç duymaktadır

Özellikle açık piyasa işlemlerinin esnek, etkin ve tersine çevrilebilir nitelikleri merkez bankaları tarafından temel tercih edilme nedenleridir. Gerçekten de merkez bankaları parasal ve finansal değişimlere reaksiyon göstermek istediklerinde optimal para politikası aracı olarak açık piyasa işlemlerini uygulamaya yönelmektedirler. Zorunlu karşılıklar politikasında ticari bankaların kendilerine emanet edilen mevduatların belli bir oranını karşılık olarak tutmaları gerekmektedir. Bankalar mevduatların Merkez Bankası tarafından belirlenen oranları çerçevesinde karşılıkları Merkez Bankasına yatırmaları gerekmektedir. Merkez Bankası zorunlu karşılık oranlarını değiştirerek, bankaların kaydi para yaratma olanaklarını genişletip daraltabilmektedir. Para arzı daraltılmak istendiğinde zorunlu karşılık oranları arttırılırken, para miktarı artırılmak istendiğinde de zorunlu karşılık oranları düşürülmektedir. Reeskont işlemlerinde bankalar tarafından iskonto edilmiş bir senedin Merkez Bankası tarafından yeniden iskonto edilmesi söz konusudur. İskonto edilmiş bir senedin, ikinci defa iskonto edilmesi işlemidir. İskonto bir mali kurumun vadesi gelmeden önce, emre muharrer bir senedin (bono) bedelinin belli bir faiz ve komisyon karşılığında, senet alacaklısına ödenmesidir (senet kırdırma). Bu anlamda reeskont oranı, Merkez Bankasının bankalara verdiği kredilere uyguladığı faiz oranıdır. Bankalar ellerindeki ticari senetleri, vadeleri dolmadan Merkez Bankasına kırdırarak rezervlerini artırabileceklerdir. Merkez bankalarının dolaşımdaki para miktarını etkilemek için ticari bankalara kredilerin açılması ve bu kredilere dayanarak onların getirecekleri senetlerin reeskont edilmesi ile bankalar sistemine para aktarabilir. Merkez Bankasının reeskont oranının düşürmesinin anlamı, bankalara açılan kredinin fiyatını ucuzlatarak onların kendisine reeskont için daha fazla senet getirmesini ve kendisinden daha çok kredi talep edilmesini cazip hâle getirmektir. Günümüzde merkez bankalarının en fazla uyguladıkları para politikası araçlarından bir diğeri ise iletişim politikasıdır. Geçmişte merkez bankaları doğrudan bankacılık sistemi aktörleriyle iletişime geçerek onlara telkin ve tavsiyelerde bulunurlardı. Bugün ise merkez bankaları daha geniş bir perspektifte, tüm iktisadi aktörlerle, kamuoyu ile ve hatta tüm küresel iktisadi sistemle optimal bir iletişim içinde olmak zorunda kalmaktadırlar. Bu çerçevede şeffaflık ve hesap verme ilkelerinin temel bileşenleri olduğu bir kredibilite anlayışı ön plandadır.

Bunun yanı sıra bir dizi diğer araç vardır ki merkez bankaları bunlara da ihtiyaç duyduğunda başvurabilmektedir:

 – Disponibilite oranları

– Kredi tavanları veya selektif kredi kontrolleri

– Tüketici Kredilerinin Kontrolü

– Banka Kredilerinin Miktar, Vade ve Faiz Oranları Açısından Kontrolü

 – SWAP işlemleri

– Zorunlu devir oranları

 – Finansal Kurumların Menkul Kıymet Portföylerinin Yeniden Düzenlenmesi

Diğer araçlardan disponibilite oranları bir tür karşılık oranıdır. Merkez Bankası disponibilite oranlarını belirlerken bankaların mevduat ve bazı diğer yükümlülükleri için belirli tutarda nakit ve benzeri karşılık tutmalarını istemektedir. Merkez Bankası bankaların kredilerine yönelik tedbirler de almaktadır. Bu tedbirler bazen kredileri genel anlamda sınırlamak, bazen de kredi türlerine göre tavanlar getirmek biçiminde olmaktadır. Hatta merkez bankaları banka kredilerinin vade ve faiz oranları açısından da kontrolüne yönelebilmektedir. Merkez bankaları kendi aralarında yaptıkları SWAP işlemleriyle özellikle döviz piyasalarına müdahale stratejilerinde avantajlı konum arayışında olmaktadırlar. SWAP işlemleri esas itibarıyla merkez bankalarının ulusal paralarını kendi aralarında takas etmektedirler. Bu işlemle bir Merkez Bankası döviz rezervlerini ve müdahale olanaklarını genişletme amacı güdülmektedir. Yine zorunlu devir oranlarında merkez bankaları döviz kazandıran iktisadi işlemlere müdahale ederek, bunların bir kısmının Merkez Bankası tarafından satın alınması öngörülmektedir. Bir diğer araçta da Merkez Bankası finansal aracıların, özellikle bankacılık sisteminin satın aldıkları ve kendi bilançolarında bulundurdukları menkul kıymetlerin (örneğin tahvil ve bonolar) miktar ve vadelerine yönelik zorlayıcı tedbirler alınmaktadır.

DÖVİZ KURU POLİTİKASI

Türkiye’de uygulanacak döviz kuru rejimini, Hükûmet ile birlikte belirlemek ve uygulamak Merkez Bankasının temel görevlerinden biridir. Belirlenen döviz kuru rejimi çerçevesinde döviz kuru politikasının biçimlendirilmesi ile uygulanması görevi ve yetkisi ise Merkez Bankasına aittir. Merkez Bankası, kur politikası uygulamalarını, para politikası hedeflerine uygun olarak belirlemektedir. Uygulanan para politikasının değişmesi durumunda, kur politikasında da değişikliğe gidilebilmektedir.

Türkiye; 2001 ekonomik krizinin ardından, piyasadaki arz ve talep koşullarına göre belirlenen dalgalı döviz kuru uygulamasına geçmiştir. Dalgalı kur rejiminde döviz kurları piyasadaki arz ve talep koşulları tarafından belirlenmektedir.

Döviz arz ve talebini belirleyen temel unsurlar şunlardır:

Uygulanan para ve maliye politikaları

Ekonomik altyapı

Uluslararası gelişmeler

Bekleyişler

Döviz kurunun bir politika aracı olarak kullanılmadığı dalgalı kur rejiminde Merkez Bankası, nominal veya reel herhangi bir kur hedefi belirlemez. Bununla birlikte Banka; finansal istikrara yönelik riskleri azaltmak amacıyla, Türk lirasının aşırı değerlenmesi veya değer kaybetmesine karşı tedbirler almaktadır.

Bunun yanında Merkez Bankası, Ülkemizin altın ve döviz rezervlerini saklamak ve yönetmekle de görevlidir. Uluslararası rezervler; genel olarak ülkelerin para otoriteleri tarafından kontrol edilen, kullanıma hazır, diğer para birimlerine çevrilebilme (konvertibilite) özelliği bulunan ve uluslararası ödeme aracı olarak kabul edilen varlıkları ifade eder.

PARA VE MALİYE POLİTİKALARININ NİSPİ ETKİNLİĞİ

Ekonomik istikrarın sağlanmasında hem maliye hem de para politikaları uygulanabilir. Bilindiği gibi maliye politikası kamu gelirleri ve harcamalarını kullanarak ekonomik istikrarı sağlamaya çalışırken, para politikası para arzına yön vererek ekonomik istikrarı sağlamaya çalışır. Bu nedenle maliye politikası ilk olarak mal piyasasını etkilemekte, para politikası ise ilk olarak varlık piyasasını etkilemektedir. Her iki politikadan hangisinin ekonomik istikrarı sağlamada başarılı olduğu konusu iktisat literatüründe hep tartışıla gelmiştir. En uç noktalardan örnekler verecek olursak, Neoklasik iktisatçılar para politikasının tam etkin olduğunu ve maliye politikasının etkin olmadığını savunmaktadır. Keynesyen iktisatçılar ise tam tersine para politikasının etkin olmadığını ve maliye politikasının tam etkin olduğunu savunur. Her iki yaklaşımın temel varsayımlarındaki farklılıklar analizlerinin kendi içinde tutarlı ama birbirinden farklı olmasına yok açmaktadır. Hâlbuki gerçekte ekonomik istikrarın sağlanmasında para ve maliye politikaları birbirinin tamamlayıcısı durumundadırlar. Para ve maliye politikasının nispi etkinliği tartışmalarında genellikle IS-LM analizinden yararlanılmaktadır. Bilindiği üzere IS eğrisi yatırım ve tasarruf eşitliğini sağlayan faiz oranı ve gelir düzeyini gösteren negatif eğimli bir eğridir. IS eğrisi mal piyasasını göstermekte ve maliye politikası uygulamaları IS eğrisini etkilemektedir. Bilinmelidir ki, kamu harcamalarının artması ve/veya vergilerin azalması gibi genişletici maliye politikaları IS eğrisini sağa kaydırmaktadır. Kamu harcamalarının azalması ve/veya vergilerin artması gibi daraltıcı maliye politikaları ise IS eğrisini sola kaydırmaktadır. LM eğrisi de para talebi ile para arzı eşitliğini sağlayan faiz oranı ve gelir düzeyini gösteren pozitif eğimli bir eğridir. LM eğrisi para piyasasını göstermekte ve para politikası uygulamaları LM eğrisini etkilemektedir. Para arzındaki bir artış LM eğrisini sağa, para arzındaki bir azalış da sola kaydırmaktadır. Para ve maliye politikalarının ekonomi üzerindeki etkileri tartışılırken Keynesyen ve Neoklasik iktisatçıların birbirinin tersini iddia ettiği iki ayrı durum vardır. Bunlardan biri “likidite tuzağı” diğeri ise “dışlama etkisi”dir. Likidite tuzağı LM eğrisinin yatay olması varsayımına dayanarak gösterilmektedir. Hanehalkının belli bir faiz oranında arz edilen tüm parayı elinde tutmak istemesini ifade eder. Keynesyen yaklaşımın bir ifadesi olan likidite tuzağı durumunda maliye politikası uygulaması gelir düzeyinde bir artışa yol açacağından, maliye politikası etkindir. Bunu grafiğin ilk panelinde de görmekteyiz. Uygulanan genişletici bir maliye politikası IS eğrisini sağa kaydırarak denge gelir düzeyini artırmaktadır. Bu nedenle Keynesyenler likidite tuzağı argümanını kullanarak maliye politikasının etkin olduğunu savunurlar.

LİKİDİTE TUZAĞI DIŞLAMA ETKİSİ (CROWDING – OUT)

Dışlama etkisi (Crowding-out) ise Neoklasik yaklaşımın bir ifadesi olmakla birlikte LM eğrisinin dikey olması varsayımına dayanmaktadır. Genişletici bir maliye politikası devletin borçlanmasıyla finanse edildiğinde ödünç verilebilir fon talebi arttığından faiz oranı yükselmektedir. Faiz oranının yükselmesi özel yatırım harcamalarının azalmasına yol açarak ekonomiden özel sektörün dışlanmasına neden olmaktadır. Dışlama etkisi olarak isimlendirilen bu durum grafiğin ikinci panelinden de görülebilir. LM eğrisi dikey olduğundan uygulanan bir maliye politikasının IS eğrisini kaydırması milli gelir seviyesinde hiçbir değişiklik yaratmayacaktır. Bu nedenle Neoklasikler dışlama etkisi argümanını kullanarak maliye politikasının etkin olmadığını savunurlar. Yukarıda anlatılan iki durum da IS-LM analizinin uç noktalarını anlatır. Çünkü LM eğrisi Keynesyen yaklaşımda tam yatay, Neoklasik yaklaşımda ise tam dikeydir. Hâlbuki gerçekte IS ve LM eğrileri belli bir eğime sahiptir. Buna göre kapalı ekonomide ve açık ekonomide para ve maliye politikalarının etkinliğini analiz etmek gerekir.

KUR REJİMLERİ VE UYGULANAN POLİTİKALAR

ÖDEMELER BİLANÇOSU

Bir ülkedeki yerleşiklerin diğer ülkedeki yerleşiklerle yaptığı tüm işlemlerin kaydının tutulduğu hesaba ödemeler bilançosu denir.

1.      Cari İşlemler Hesabı:

a. Mal Ticareti: Görünür ticaret olarak da ifade edilen bu hesapta mal alış ve satışları yer alır.

•        İhracat

•        İthalat

•        Transit Ticaret

b. Hizmet Ticareti: Görünmez ticaret olarak da ifade edilen bu hesapta hizmet alım ve satımı yer alır.

Turizm, taşımacılık, bankacılık, sigortacılık, inşaat, Resmi Hizmet

c. Yatırım Gelir-Gider Hesabı: Doğrudan Portföy yatırımlarının gelir ve giderlerinin ve dış borç faiz ödemelerinin yazıldığı hesaptır.

Kar, faiz, temettü gelirleri

Transfer Hesabı: Ülkeler arasında yapılan transferlerin yazıldığı hesaptır. İşçi dövizi, bedelsiz ithalar, bağış ve yardımları.

Not: Cari işlemler hesabı pozitif ya da negatif değer alabilir. Hesabın pozitif değer alması cari fazlayı ifade ederken, negatif değer alması cari açığı ifade eder.

2. Sermaye Hesabı

Ülkeye anapara giriş ve çıkışlarının yazıldığı hesaptır.

a. Sermaye Hesabı: Sermaye transferini gösteren hesaptır. Dış borç anapara geri ödemeleri bu hesaba yazılır. Göçmen transferi gibi

b. Finans Hesabı

•        Doğrudan Yabancı Sermaye Yatırımları: Ülkede üretim gerçekleştirmek için gelen ya da ülkedeki mevcut şirketlere ortak olmak amacıyla gelen yabancı sermayenin takip edildiği hesaptır.

•        Dolaylı (Portföy Yatırımı) Yabancı Sermaye Yatırımları: Ülkeye tahvil bono ve hisse senedi yatırımları için gelen yabancı sermayenin yazıldığı hesaptır.

•        Diğer Kalemler: Şirketlerin ve bankacılık kesiminin yurtdışından getirdiği sermayelerin yazıldığı hesaptır.

Sermaye hesabı pozitif ya da negatif değer alabilir. Hesabın pozitif değer alması ülkeye sermaye girişini ifade ederken, negatif değer alması ülkeden sermaye çıkışını ifade eder.

3. Net Hata Noksanı Hesabı: Bilanço denkliğini sağlamaya yönelik bir düzeltme hesabı olmakla birlikte kaynağı belli olmayan sermaye giriş ve çıkışlarını ifade eden hesaptır.

4. Resmi Rezerv Hesabı: Ülkenin merkez bankası ve IMF nezdinde sahip olduğu altın ve döviz rezervlerinde meydana gelen değişimlerin yazıldığı hesaptır.

Resmi rezerv hesabı pozitif ya da negatif değer alabilir. Hesabın pozitif olması resmi rezervlerin azaldığını gösteren hesabın negatif değer olması rezervlerin artığını gösterir.

BP EĞRİSİ

Ödemeler bilançosunun dengede olduğu gelir düzeyi faiz haddi bileşimlerinin geometrik yerine BP eğrisi denir. Eğri üzerindeki her noktada ödemeler bilançosu dengededir.

BP EĞRİSİ

Normal şartlar altında BP eğrisi pozitif eğimlidir. Çünkü, gelir düzeyinde meydana gelecek bir artış karşısında ithalat artarken net ihracat azalacak ve ödemeler bilançosu açığı söz konusu olacaktır. Bu açığın kapatılabilmesi için ülkeye sermaye girişinin olması gerekir. Bunun içinde faiz oranı yükseltilmelidir.

BP Eğrisinin Eğimi

BP eğrisinin eğimini etkileyen iki unsur söz konusudur.

•        Ekonomide marjinal ithalat eğilimi arttıkça BP eğrisi dikleşir.

•        Sermaye hareketlerinin yurtiçi ve yurtdışı faiz oranları arasındaki farka olan duyarlılığı arttıkça BP eğrisi yatıklaşır.

Not: sermaye hareketlerinin olmadığı durumda, dışa kapalı ekonomide BP eğrisi diktir. Tam sermaye hareketliliği durumunda ise yataydır.

BP Eğrisinin Konumu

Yurtiçi ve yurtdışı fiyat düzeyi veri iken nominal döviz kurunun aynı zamanda reel döviz kurunun arması yurtiçi malların ucuzlaması ve her alternatif gelir düzeyinde BP eğrisinin sağa kaymasına neden olur.

Kur rejimi (exchange rate regime) bir ülkenin kendi parasını yabancı paralarla değer açısından ne şekilde ilişkilendireceğine ilişkin olarak izleyeceği yöntemin adıdır.

Her paranın bir iç değeri bir de dış değeri vardır. Bir paranın iç değerini o paranın ülke içindeki kullanımı ve satın alma gücü belirler. Paranın iç satın alma gücü yurtiçinde satılan mal ve hizmetler karşısında sürekli olarak düşüyorsa para içeride değer kaybediyor demektir ki buna enflasyon denir. Yılbaşında 100 TL’ye aldığınız bir sepet malı yılsonunda 110 TL’ye alıyorsanız para satın alma gücünü yani iç değerini kaybetmiş demektir. Bir paranın dış satın alma gücü ise yabancı paralarla olan ilişkisiyle ölçülür. Örneğin 1 USD = 1,8 TL dediğimizde bu eşitlik bize dolar kurunu verir. ABD’de 100 dolara satılan çeşitli mallardan oluşan bir sepeti yılbaşında 180 TL’ye, yılsonunda ise 200 TL’ye alıyorsak o zaman TL, dolara karşı değer kaybetmiş demektir.

1 USD = 1,8 TL eşitliğini yazdığımızda (bu eşitliğe kur ya da parite de deniyor) bu eşitliğin nasıl oluştuğu sorusunun yanıtı bizi bu eşitliğin oluşmasında kullanılan yöntemlere yani kur rejimlerine götürür. Sabit kur rejimi ve dalgalı kur rejimi adını taşıyan başlıca iki kur rejimi ve onlardan türetilmiş alt rejimler vardır. 

Sabit kur rejimi (Fixed exchange rate): Yerli paranın dış değerinin Merkez Bankası tarafından belirli bir kurla yabancı paralara karşı eşitlenmesi rejimidir. Sabit kur bir kez belirlendiğinde Merkez Bankası tarafından değiştirilinceye kadar aynı kalır.

Sabit kur rejiminin çeşitli uygulanma biçimleri vardır. Peg rejimi (Pegged exchange rate regime): Yerli parayı belirli bir rezerv paraya ya da birden fazla paranın oluşturduğu bir sepete bağlamaya peg adı veriliyor. Para kurulu rejimi (Currency board regime): Bu da asıl olarak peg rejimiyle aynı ilke içinde yürür, yani peg rejimi için yapılan tanımlama bu rejim için de geçerlidir. Para kurulu rejiminin belirgin farkı yerli paranın basılmasının da döviz girişine bağlanmış olmasıdır. 

Dalgalı kur rejimi (floated exchange rate regime): Yerli paranın yabancı paralarla ilişkisinin piyasalarda (arz ve talep kurallarına göre) belirlendiği kur rejiminin adıdır. Bu rejimde yerli paranın yabancı paralarla olan ilişkisi gün içinde sürekli olarak yeniden belirlenir. Dalgalı kur rejiminin farklı uygulanma biçimleri vardır. Tam dalgalı kur rejimi (free float): Dalgalı kur rejiminde Merkez Bankası ya da başka bir kurum paranın dış değerine müdahale etmiyorsa bu rejime tam dalgalı kur rejimi denir.

Merkez Bankası’nın döviz kuru dalgalanmalarına müdahale etmesi dalgalı döviz kuru rejimini bozmasa da tam dalgalanmadan çıkarır. Müdahaleli dalgalı kur rejimi (dirty float): Dalgalı kur rejiminde Merkez Bankası kurdaki değişimlere döviz alım satımı yaparak müdahale ediyorsa bu rejime müdahaleli dalgalı kur rejimi (dirty float) denir. Bazen de dalgalanmaya müdahale için bir bant aralığı seçilir. Bant içinde dalgalanma rejimi (crawling bands, pegged with horizontal bands): Döviz kurunun belirli bir bant aralığında dalgalanmasına bu bandın altına veya üstüne taşması halinde Merkez Bankası’nın müdahale etmesi biçiminde uygulanan rejime verilen addır. Bu uygulama bant aralığı içinde dalgalı, bant aralığı dışında müdahaleli dalgalanma biçimini alır.

Türkiye 1980’li yıllara gelene kadar sabit döviz kuru rejimi uygulamıştır. Bu rejim, TL’nin değerinin Merkez Bankası’nca belirlenmesi ve o değerde sabit tutulması yoluyla uygulanmıştır. TL’nin değerinde ortaya çıkan ve çoğunlukla değer kaybı biçiminde olan değişiklikler genellikle bir defada ve devalüasyon biçimindeki müdahalelerle düzeltilmiş ve bu kez yeni parite sabit kur olarak belirlenmiştir. Türkiye 1980’lerde döviz kurlarının piyasada belirlendiği ancak Merkez Bankası’nın sürekli müdahaleleriyle yön verdiği müdahaleli dalgalı döviz kuru rejimine geçmiştir. Bu rejim 2000’lere kadar sürmüştür. Kur rejimindeki üçüncü değişiklik 2000’lerde yapılmış ve 2001 krizi öncesinde Türkiye bant içinde dalgalanma rejimi uygulamıştır. Bu rejim uzun süreli olmamış 2001 kriziyle birlikte çökmüştür. Kriz sonrasında Türkiye dalgalı kur rejimine geçtiğini duyurmuş ve uygulamada müdahaleli dalgalı kur rejimi uygulamaya başlamıştır. 

Türkiye’nin bugün uyguladığı kur rejimi dalgalı müdahaleli kur rejimidir. Merkez Bankası kurlarda ortaya çıkan aşırı oynaklık hallerinde ihale yoluyla ya da önceden ilan edilmemiş alım satım uygulamalarıyla kurlara müdahale ederek istediği sınırlara çekmeye çalışmaktadır. Bu istenilen sınırların ne olduğu önceden açıklanmamıştır. O nedenle piyasa (1 USD + 1 Euro / 2) formülüyle oluşan sepet kur formülüne bakarak müdahalenin zamanlaması konusunda tahminde bulunmaktadır. Piyasada oluşan genel kanı TCMB’nin bu sıralarda bu sepetin 2 ile 2,10 arasında bulunmasından rahatsız olmadığı 2’nin altına ya da 2,10’un üstüne çıkılması ve o noktalarda bir süre kalınması halinde müdahale edeceği düşüncesidir.

MUNDELL FLEMING MODELİ

1.Sabit Kur ve Tam Sermaye Hareketliliği Altında Para ve Maliye Politikaları

Para Politikası

Başlangıçta dengede olan ekonomide genişletici para politikası LM eğrisini sağa kaydırır. Bu noktada yurtiçi faiz oranının düşmesi ödemeler bilançosu açığı yaratır. Faizdeki düşüşle birlikte gerçekleşen sermaye çıkışı dövize olan talebi arttırırken merkez bankasının piyasadan TL alıp karşılığında döviz vermesine ve para arzının daralmasına neden olur. Para arzının daralması LM eğrisinin tekrar sola kaydırırken ekonomi eski dengeye döner.

Maliye Politikası

Başlangıçta dengede olan ekonomide genişletici maliye politikası IS’i sağa kaydırır. Bu noktada faiz oranının yükselmesi sermaye girişini arttırırken ödemeler bilançosunda fazla oluşur. Merkez bankasının gelen sermaye karşılığında piyasaya TL vermesi para arzını arttırırken LM eğrisinin kaymasına ve ekonominin aynı faiz düzeyinde gelirin artmasına neden olur. Maliye politikası etkindir.

2. Esnek Kur Tam Sermaye Hareketliliği Altında Para ve Maliye Politikası

Para Politikası

Başlangıçta dengede olan ekonomide genişletici para politikası LM eğrisini sağa kaydırırken daha düşük faiz düzeyinde, daha yüksek gelir düzeyinde denge sağlanır. Bu noktada faiz oranının düşmesi sermaye çıkışına neden olurken ödemeler bilançosu açık verir. Esnek kurdayken dövize olan talebin artması Yerli paranın değerini düşürürken bu ihracatın artıp, ithalatın azalmasına ve IS eğrisini sağa kayarak aynı faiz düzeyinde daha yüksek gelir seviyesinde dengeye gelir. Esnek kurda para politikası etkindir.

Maliye Politikası

Başlangıçta dengede olan ekonomide genişletici maliye politikası IS eğrisini sağa kaydırırken iç denge daha yüksek faiz ve gelir seviyesinde sağlanır. Bu noktada faizin yükselmesi sermaye girişini arttırırken ödemeler bilançosunda fazla yaratır. Esnek kurda sermaye girişi TL’ye olan talebini arttırırken döviz kurunu düşürüp TL’nin değer kazanmasına neden olur. Bu değer kazancı ithalatı arttırıp ihracatı azaltırken IS eğrisinin sola kaymasına ve eski düzeyde dengeye gelmesine sebep olur.

Marshall-Lerner Koşulu

Bir ülke parasının reel değer kaybının yani yapılacak bir devalüasyonun net ihracatı hangi durumda arttıracağına Marshall-Lerner koşulu denir. Marshall- Lerner koşuluna göre bir ülkedeki ihracat ve ithalat esneklikleri toplamının 1’den büyük olduğu durumda yapılacak bir devalüasyon net ihracatı arttırır.

İmkansız Üçleme

İmkânsız üçleme nedir?

Ekonomideki imkânsız üçleme ya da üçlü açmaz (impossible trinity ya da trilemma) hipotezine göre; sermaye hareketlerinin serbestliği, sabit döviz kuru ve bağımsız bir para politikası uygulaması aynı anda var olamaz.

Eğer bir ekonomide sermaye hareketleri serbestse ve sabit döviz kuru rejimi uygulanıyorsa o zaman bağımsız para politikası uygulamak mümkün değildir. Bu durumda para politikası sermaye hareketleri ve döviz kurundaki eğilimlere göre biçimlenecektir.

Eğer bir ekonomide sermaye hareketleri denetim altında ise sabit döviz kuru rejimi uygulanabileceği gibi bağımsız para politikası da uygulanabilir.

Uygulama örnekleri: ABD, Euro Bölgesi, Çin ve Japonya

ABD, sermaye hareketlerinin serbestliği ve para politikasının bağımsızlığını seçtiği için döviz kuru rejimini dalgalı kur rejimi olarak belirlemiştir. Bu durumda elinizdeki Dolarları başka bir ülke parasıyla değiştirmek istediğinizde kur, önceden Fed tarafından belirlenmiş bir kur değil,  o anda piyasada belirlenen kur olacaktır.

Euro bölgesi ülkeleri, sermaye hareketlerinin serbestliği ve sabit döviz kuru rejimini (kendi paraları kaldırıp Euro’yu kabul etmişlerdir) seçmiş oldukları için kendi başlarına bağımsız bir para politikası izleme şansları yoktur. Onlar adına para politikasını Avrupa Merkez Bankası belirlemekte, onlar da bu politikaya uymak zorunda kalmaktadırlar.  

Çin, bir anlamda sabit döviz kuru rejimi uygulamakta ve para politikasını bağımsız olarak belirlemektedir. Bunun karşılığı olarak da sermaye hareketlerinde denetim uygulamaktadır. Çin Merkez Bankası, Çin’de yerleşik kişiler için döviz alım ve satımlarında yıllık bir limit uygulaması yapmaktadır.

Yakın zamana kadar sermaye hareketlerinin serbestliği, dalgalı döviz kuru rejimi ve serbest faiz politikasını uygulayan Japonya Yen’in uzunca bir süredir değer kazanmasıyla rekabet gücünde düşüşler yaşamaya başladı. Yeni hükümet Japonya’da değerli Yen’in değerini düşürmek ve eski rekabet gücünü yeniden kazanmak için sistemin özünü değiştirmeden dolaylı yollardan müdahaleye başladı. Kur savaşları denilen olguyu ateşleyen Japonya’nın be yaklaşımı oldu.

Diyelim ki ABD’de sermaye hareketleri serbest, döviz kuru rejimi dalgalı kur rejimi iken faiz oranları % 2 dolayında, Rusya’da da sermaye hareketleri serbest, döviz kuru rejimi dalgalı kur rejimi iken faiz oranı % 8 dolayında oluşmuş durumda olsun. Bu durumda Amerikalı yatırımcı parasını Rusya’daki tahvil, hisse senedi ya da mevduat hesaplarına yatırırken Rublenin Dolara karşı değer kaybına uğrayıp uğramayacağını düşünecek ve bunu bir risk olarak kabul edip yatırımını ona göre yapacaktır. Kur riskini herkes kolaylıkla almayacağı için ABD’den Rusya’ya sermaye akımı sınırlı kalacaktır.

Sermaye hareketleri deyimiyle kastedilen şey ekonomik sistemin yabancı paralar karşısındaki durumudur. Sermaye hareketlerinin serbestliği deyimi bir ülkenin, ülkeye gelen yabancı paralara veya ülkeden dışarı çıkan paralara herhangi bir kısıtlama uygulamaması anlamına gelir. Sermaye hareketlerine denetim getirilmesi ise iki şekilde olur: (1) Yabancı paraların giriş ve çıkışı denetim altında tutulur ya da kısıtlanır. (2) Yabancı paranın (özellikle kısa vadeyle gelen sıcak paranın) çıkışında vergi alınır (Tobin vergisi.)

Döviz kuru rejimi temel olarak üç biçimde belirlenebilir:

1) Eğer döviz kuru merkez bankası ya da bir kamu otoritesi tarafından yeni bir karara kadar değişmemek üzere belirleniyorsa buna sabit kur rejimi deniyor.

2) Eğer döviz kuru piyasa koşullarına göre piyasada belirleniyorsa buna da tam dalgalı kur rejimi deniyor.

3) Eğer döviz kuru piyasa koşullarına göre piyasada belirlenmekle birlikte zaman zaman merkez bankası tarafından müdahale edilerek biçimlendiriliyorsa buna da müdahaleli esnek döviz kuru rejimi deniyor. Ki bugün dünyada en yaygın uygulama budur.

Bağımsız para politikası: Para politikasının bağımsızlığı merkez bankasının bağımsızlığıyla yakın bir kavram olsa da temelde farklı bir kavramdır. Para politikasının bağımsızlığı, faiz, zorunlu karşılıklar, APİ gibi para politikası araçlarının sistemin öteki belirleyicilerinden (sermaye hareketleri ve döviz kuru rejimi) ayrı, tek başına kullanılıp kullanılamayacağıyla ilgilidir. Eğer öteki belirleyicilerden ayrı, tek başına kullanılamıyorsa bağımsız bir para politikasından söz etmek mümkün olmaz.      

SONUÇ

Maliye politikası; devletin ekonomiye müdahale yöntemlerini uyguladığı teorik uygulamalardır. Keynes ile literatüre girmeye başlamıştır. Çünkü Keynes müdahaleci devletten yanadır.  Uygulamada kullandığı araçlar, kamu harcamaları, kamu gelirleri, bütçe ve borçlanmadır.

Maliye politikasında en çok kullanılan araç kamu harcamalarını ekonomik duruma göre artırıp azaltması şeklindedir. Maliye politikası IS eğrisinin dik olduğu durumda (esneklik=0) ve LM eğrisinin yatık olduğu durumda (esneklik= ∞) etkilidir. Maliye politikası iki şekilde uygulanır:

Genişletici Maliye Politikası: Devlet bu politikayı uygularken ekonomi deflasyonist bir durumdadır. Devlet bu politikasıyla; vergi oranlarını azaltır, kamu harcamalarını artırır ve borçlanmayı azaltır. Dikkat edilesi konu vergi oranlarında azaltmaya giderken “Laffer Eğrisi” gereği ülkenin vergi oranının optimum noktasının üzerindeyse vergi indirimleri yararlıdır. Ülkenin vergi oranları optimum noktanın altında bir seviyeye gelirse yaptığınız vergi oranlarındaki indirim ekonomide genişletici bir etki yapmaz aksine ekonomide kayıt dışılık başlar ve vergi toplanma oranları azalır. Kamu harcamalarındaki yapılacak artırım marjinal tüketim eğilimi gereği çarpan etkisiyle etki edecektir. Vergilerdeki azalma da  marjinal tüketim eğilimine göre çarpan etkisi kadar kişileri etkileyecektir. Çarpan etkisi Keynesyen bir olgudur.

Daraltıcı Maliye Politikası: Devlet bu politikayı uygularken ekonomi enflasyonist bir dönemdedir. Devlet bu politikasıyla; kamu harcamalarında azaltma yoluna gider, vergi oranlarını artırır ve borçlanma artışına gider. Devlet vergi oranlarında artırıma giderken “Laffer Eğrisi’ni” göz önünde bulundurmak zorundadır. Çünkü vergi oranları ülkenin  optimum vergi oranının üzerine çıkarsa yapacağınız vergi artırımı vergi gelirlerinin düşmesine yol açar ve ekonomide kayıt dışılık sorununa yol açmış olursunuz. Yapacağınız vergi artışı ve yapacağınız kamu harcamaları azalımı da marjinal tüketim eğilimine göre çarpan etkisiyle olacaktır.

Borçlanmaysa eğer ekonomide yatırım yapacaksanız uygun faiz oranlarından sağlanmak koşuluyla makul olacaktır. Ama daraltıcı maliye politikası gereği yatırım harcamaları da azalmalıdır. Fakat insanların gözünden düşmemek için (yani oy maksimizasyonu) yatırım harcamalarının enflasyon durumunda hızının düşmesi daha makul olacaktır. Yani borçlanma yatırım harcamaları için yapılmalı ama yatırımın reel ekonomideki etkisinin dönüşme hızı enflasyonist dönemlerde yavaşlamalıdır.

Enflasyonist dönemlerde de ekonomi de stagflasyon durumu da oluşmaktadır. Stagflasyon durumunda ekonomide yüksek enflasyon ve ekonomik durgunluk yaşanmaktadır. Ekonomik durgunluğun sonucunda yüksek işsizlik oluşmaktadır.

Yüksek işsizlik ve yüksek enflasyon durumunda önce enflasyon sorunun çözümlenmesi ekonomik açıdan daha yararlıdır.

Enflasyon sorunun çözümü ülkede işsizliği kısa vadede artmasına yol açsa da uzun dönemde daraltıcı maliye politikalarıyla hem enflasyon sorunu azalacak ve de işsizlik seviyesi de azalacaktır.

Ülke de gelir adaletini sağlamak istiyorsanız artan oranlı vergiler her zaman daha adaletli olacaktır. Çünkü insanların gelir durumuna göre vergilendirilirse hem ülkede vergi gelirleri artacak hem de gelir adaleti ilkesi sağlanmış olacaktır.

Bu uygulamaların başarısı ;bu politikaları uygularken siyasi çıkarlara göre değil de ekonomik çıkarlara göre hareket etmektir. Bürokrasinin de bu politikaları uygularken kendi çıkarlarını değil de ekonomik çıkarları göz önüne alırsa daha başarılı daha istikrarlı bir ekonomi yoluna girilir. Son olarak devletin bu politikaların başarısı için gerekli önlemleri zamanında alması önemlidir. Yaşanacak tepki gecikmesi yaşanan ekonomik sorunun çözümlenmesinde geç kalınmasına ve de ülke ekonomisinin daha fazla sorun yaşamasına teşkil edecektir.

M.B tarafından genel dengeyi sağlamak ve ekonomik hedeflere ulaşmak amacıyla para politikası araçları uygulanır. Daraltıcı ve genişletici para politikası direk olarak enflasyon, talep, tasarruf ve faiz durumlarını etkiler. Bu politikalar ile Merkez Bankası amaçlarına ve hedeflerine ulaşmaya çalışır.

Para Politikası Amaçları ve Hedefleri

Ekonomik büyüme amacı Fiyat istikrarı sağlamak (Enflasyona yön vermek) Döviz kuru ve faiz oranı istikrarı sağlamak Tam istihdam düzeyine ulaşmak

Yukarıda yer alan amaç ve hedefler doğrultusunda T.C.M.B daraltıcı ve genişletici para politikalarını uygulayarak ekonomiye yön verir. Daraltıcı ve genişletici para politikasını gerçekleştirebilmek amacıyla kullanılan yöntemlere para politikası araçları adı verilir.

Para Politikası Araçları

TCMB Faiz Oranları Açık Piyasa İşlemleri Zorunlu Karşılık Oranları Reeskont Oranları Döviz İşlemleri

Yukarıda yer alan araçlarla daraltıcı ve genişletici para politikası nasıl uygulanır ve etkileri ne yönde olur inceleyelim.

Daraltıcı Para Politikası

Daraltıcı para politikasının amacı piyasada bulunan para arzını kısmaktır. TCMB para politikası araçları ile piyasalarda yer alan para arzını azaltmaya yönelik hedefler belirler ve uygular. Genellikle enflasyonu azaltmaya yönelik amaçla uygulanır.

Mantığı para arzını kısarak tüketici taleplerini azaltmak ve tüketicileri tasarruf eğilimine yönlendirmektir. Özellikle talebin, arz seviyesinden yüksek olduğu dönemlerde uygulanır. Çünkü arzdan daha yüksek bir talep oluşması sonucunda fiyatlar genel seviyesi artarak enflasyona neden olacaktır. Böyle bir durum ortaya çıktığı zaman TCMB daraltıcı para politikası ile para arzını kısarak tüketici taleplerini azaltır ve faiz oranlarının artmasına yol açarak tüketicileri tasarrufa yönlendirir.

Daraltıcı para politikası sonucunda oluşan faiz oranlarının artması tüketicileri tasarrufa yönlendirmekle beraber yatırımcıların önünde bir engel olma aşaması oluşturabilir. Faiz oranlarının yüksek olduğu dönemlerde yatırımcılar, yatırımlarını erteleme ve ya vazgeçme yoluna gidebilir.

Genişletici Para Politikası

TCMB genişletici para politikası ile piyasada bulunan para arzını arttırma yoluna gider. Genellikle yatırımları arttırma ve yatırımların artmasıyla beraber işsizliği ve durgunluğu azaltmaya yönelik amaçlarla genişletici para politikası uygular.

Piyasada bulunan para arzı arttırılarak faiz oranları düşürülür. Faiz oranları aşağıya doğru bir seyir aldığında yatırımcılar, yatırımlarını arttırmaya ve planlarını gerçekleştirme yoluna gider. Ayrıca piyasada arzın, talepten çok yüksek olması gibi oluşan durgunlukları talebi arttırarak ortadan kaldırmaya çalışır. İşsizlik gibi durumları da doğrudan etkiler.

TCMB Faiz Oranlarının Daraltıcı ve Genişletici Para Politikası Etkisi

TCMB bankalara borç verme işlemi gerçekleştirir. Burada belirlediği faiz oranlarını yükseltme yoluna gittiğinde TL’nin maliyetini arttırabilir. Bunun sonucunda banka faizlerinde artış meydana gelir ve tüketiciler tasarrufa yönelebilir. Faiz oranlarını düşürdüğünde ise tam tersi durum meydana gelebilir.

Açık Piyasa İşlemleri ile Daraltıcı ve Genişletici Para Politikası

Kısaca APİ olarak tanımlanan bu politika ile TCMB tahvil alım ve satım işlemleri gerçekleştirir. TCMB daraltıcı para politikası amacıyla tahvil satar. Sattığı tahvil karşılığında para arzını azaltır. Genişletici para politikası amacıyla ise tahvil satın alarak para arzını arttırır.

Zorunlu Karşılıkların Daraltıcı ve Genişletici Para Politikası Etkisi

TCMB tüm bankaların bulundurdukları mevduatların belirlediği bir oran kadar olan kısmını kendi hesabında tutmasını zorunlu kılar. Bu oranı arttırma yoluna gittiğinde TL değer kazanır ve maliyeti artar. Bunun sonucunda faiz oranları artar ve tüketiciler tasarrufa yönelerek enflasyon engellenmiş olur.

Para Politikası Türleri

Enflasyon hedeflemesi, ekonominin genel değişkenlerinin ve verilerinin dikkate alınarak belirli bir dönem için kabul edilebilir bir enflasyon oranının belirlenmesi ve para politikalarının belirlenen orana ulaşacak şekilde yürütülmesidir.

“Enflasyon hedeflemesi kendi içinde ‘enflasyon oranı hedeflemesi’ ve ‘fiyat düzeyi hedeflemesi’ olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bazen ikisi de dönüşümlü olarak kullanılabilmektedir. Bu iki uygulama arasındaki farklılıklar nedeniyle enflasyonun mu yoksa fiyat seviyesinin mi hedefleneceği konusunda farklı görüşler vardır. Enflasyon oranı hedeflemesi ya da fiyat düzeyi hedeflemesi arasında bir seçim yapmak, sonuçları açısından, farklılıklar göstermektedir. Para politikasının hedefi, fiyat seviyesi istikrarını sağlamak ise fiyat seviyesi hedeflemesi eğer amaç düşük ve durağan bir enflasyon oranı sağlamak ise enflasyon hedeflemesi rejimi kullanılır. Bu karar verilirken de enflasyon hedeflemesi rejiminin fiyat seviyesinde baz kaymasına (base drift) neden olacağı göz önünde tutulur. Enflasyon hedefli rejimde, geçmiş enflasyon başarısızlıkları gelecek politika faaliyetlerini etkilememektedir. Dolayısıyla enflasyon hedefli politikadaki bu özellik baz kaymasına yol açmaktadır. Bu iki uygulama arasındaki en önemli farkı ise şu şekilde açıklamak mümkündür: Eğer her bir yıla ait hedef, enflasyon oranı ise merkez bankasından önceki yıllardaki hedefine ulaşmadaki başarısızlığını telafi etmesi talep edilmez. Eğer hedef, fiyat düzeyi ya da fiyat düzeyi konusunda izlenecek bir politikaya ait ise o zaman merkez bankası önceki yıllara ait hedeflerde meydana gelen sapmaları telafi etmeye çalışmak zorunda kalacaktır.

Fiyat Seviyesi Hedeflemesi

Sabit Kur:

Sabit kur, yerel para biriminin değerinin, başka bir para biriminin veya para birimleri sepetinin değerine veya altın gibi başka bir değere bağlandığı kur düzenidir. Ölçü alınan bu değerler yükselip düştükçe bunlara bağlanmış olan yerel para biriminin de değeri değişir. Kur değeri alt ya da üst limit çizgisini geçerse kura müdahale edilir. Sabit kur uygulaması için ülke döviz rezervlerinin yeterli düzeyde ve sürekli dış finans kaynaklı olması gerekir. Serbestçe başka para birimlerine çevrilebilir (konvertibl) para birim değerinin başka değerlere sabitlenmesi, merkez bankasının alım ve satım işlemleri ile sağlanır. Buna göre merkez bankası yerel para birimiyle ilgili olası arz veya talep kaymalarını, bunları karşılayacak işlemler yaparak dengeler ve yerel para biriminin hedeflenen seviyede (veya aralıkta) kalmasını sağlar. Sabit kur düzeninin tersi dalgalı kur düzenidir.

Yönetilen Dalgalı Kur (Esnek Kur)

Resmi bir kur hedefi olmaksızın döviz kurlarının serbest olarak piyasada belirlendiği, ancak otoritelerin piyasaya döviz satmak ya da piyasadan döviz almak suretiyle kurlara müdahale edebildiği kur rejimidir.

Sabit kur rejiminde maliye politikası etkinken; yönetilen dalgalı kur da (esnek kur) para politikası etkindir.

Toparlamak gerekirse maliye politikası ve para politikası farklı kurumlar ve farklı politika araçlarıyla yönetilse de ekonomik büyüme, ekonomik kalkınma ve ekonomik istikrar gibi önemli makro ekonomik büyüklükler için eşanlı (birlikte-paralel) bir şekilde yürütülmesi gerekmektedir.

KAYNAKÇA

-http://www.cihanyuksel.org/mly413_ders_notu.pdf

-https://tr.wikipedia.org/wiki/Para_politikas%C4%B1

-http://auzefkitap.istanbul.edu.tr/kitap/kamuy%C3%B6netimi_ue/parateorisivepol.pdf

-https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/tr/tcmb+tr/main+menu/temel+faaliyetler/para+politikasi

-https://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TR/TCMB+TR/Main+Menu/Temel+Faaliyetler/Doviz+Efektif/

Bunlar da hoşunuza gidebilir...